çek bir tabure dalikanlı

24 Eylül 2010 Cuma

"çek bir tabure delikanlı..." diye başladı söze...
yorgundu ihtiyar, soluklarında kırıklar vardı, saçları beyaza çalmıştı, sırtında sade kahve renginde mont, içinde kolsuz siyah deri yelek, ağzında ya hiç yanmamış ya da hiç sönmemiş sarma, gözleri uzak ve kulaklarında uçsuz bucaksız delikler... sırtı gergin, karnı içerde, ama efelik var serde, işte bu yüzden sağ omuz hafif yukarda asılı...
mevsim yeni değişiyordu, ve herkes gibi genç adam da hazırlıksızdı buna. hafif çiselemişti yağmur, yerlerde ağır ve yüzeysel su birikintileri. deniz şımarık, gemiler geçtikçe bir dalgayla selam verirler kıyıya. güneş kendini özletecek ve bir müddet geceleri yolumuzu kutup yıldızıyla değil rüzgarla bulacaktık.
bu kıyıya çok dalga vurmuştu. kuşlar eksik olmazlardı, aman olmasınlardı. kimi zaman neşeli sevenler, kimi zaman hüzünle sevişenler; bazen yalnız sigaralılar, bazen ellerinde tespihlerle namazdan kaçanlar; şimdi bir küçük çocuk varsa okulundan kaygılı, birazdan bir emekli çift ayak basardı iskele yanındaki bu küçük parka.
bunları anlatarak başladı ihtiyar sözlerine. tabure bulundu, gencin kıçı hasıra değdi. devam etti ihtiyar anlatmaya:
kuşlara ekmek atmak vefasızlıkmış, çünkü avcıyı tembelleştirirmişsin böylece. veya balığı zamanında tutmak gerekirmiş, yoksa yeni sürümünü göremezmişsin. bir çocuğa her gece masal anlatılmazmış, bir gece boyunca her masal anlatılmazmış; fazla muhabbetin tez ayrılık getirdiği gibi, çocukları düşlerinden edermiş fazla dozda masal. yokuşu yürürken yavaşlamamalıymış insan, hızlanmamalıymış; yokuş dediğin suyun aktığının tersi, bir sabitlik halini bari yürüyüşte muhafaza etmeliymiş; yorarmış yoksa, soluksuz bırakırmış, terini alırmış. yiyip içmişliğin olmayan adama ciddiyetle, mazin olan adama gülerek selam vermeliymişsin. mesela deniz dalgalıyken değil, durgunken tehlikeliymiş, çünkü herkesin sandığının aksine deniz yüzmelik değil yemelikmiş. denizmiş mesela bu şehrin marifetlerine tanık olan, ve her yokuşu kendine çekermiş elbet, öyle vahşi bir cazibe işte... iskele dediğin sancağıyla varmış, başını kıçını buldu mu yürür gidermiş iskele bir dalga sırtı bulup, yüzen bir boruymuş her başı kıçı, iskelesi sancağı belli iskele; ve her iskele illa ki karaya bağlı olmamalıymış. mesela bu park henüz sancağını koparmamış bir iskelenin yanındaymış. ihtiyar görmüş, ihtiyar geçirmiş; ama ne gördü ne bildiyse, bir sevda masalından güzelini ve bir vefadan kıymetlisini görmemiş hiç. ömrü yollarda geçmiş ihtiyarın. kuş bulmuş kanatlanmış, iskele bulmuş koparmış, taban bulmuş tepmiş... öyle gitmiş ihtiyar, bir türlü varamamış...
lüks gemiler gelmeden önce saygılıymış insanlar. gemilerin suçu değilmiş ama bu, sadece yanlış zamanda bulmuşlar gemiler bu kıyıyı... ah o eski zamanlarda bulsalarmış, şöyle insanların cefakar, vefa sahibi ve sevebilen insanlar olduğu zamanlarda burda olsalarmış, değermiş bu yüzüşlere, bu dalgayla yaşanan harplere...
zamanla değişmiş insanlar, bir deccal doğunca kopmamış kıyamet, yavaş yavaş çökmüş ruhlara... sevinmeyi bilmiş insanlar, ve üzülmekten kaçmışlar. ama acılarmış adam eden adamı... şimdilerde yolda bir çocuk düştüğünde elinden tutan olmuyormuş, haliyle çocuk ayağa dikildiğinde daha bir tedirgin yürüyormuş; yani düşe kalka yürümeyi öğrenmek kalmamış artık sokaklardaki sümüklü bebelerde; ve düşene bir tane bile dost bulunamamış senelerce...

sitemkarmış ihtiyar... insanlara sitemi varmış, gemilere, iskelelere, kuşlara, balıklara, zamana sitemleri varmış... dilinde tatlı küfürler ama çok sert sitemler varmış... hep yürümüş ihtiyar, çok zaman yürümüş... durmuş şimdi, bu taburede, bu iskelede, bu dalgalara karşı, bu kuşların kanatlarının gölgesinde, bu mevsimde, bu yelekle durmuş ihtiyar... ve kulağında yedi mevsimin dört bucağın deliği... bekliyormuş ihtiyar, bir ses bekliyormuş, artık üzülmekten korkmayan ve terbiyesi olan insanlar bekliyormuş...
cumartesi günü saat 7 gibi orada olacakmış ihtiyar, kafasında beresiyle...

2 yorum:

wilderness dedi ki...

kırmızı berenle ihtiyar mı oldun başımıza =)

asidiktesir dedi ki...

siyah polar değil; siyah yelek, kahverengi mont! dikkatinizi çekerim, ve ben bu hikayedeki malım sadece...