loş ve anarşik ışık altında göz yorgunluğu

6 Temmuz 2010 Salı

trt fm'de bir ablam (adını bilen hatırlayan varsa -funda koray diyesim var ama emin değilim) şiir okurdu gece yarıları. istanbula ilk geldiğim zamanlardı ve ümit yaşar oğuzcan ismiyle ben dalardım geceye mesela...
eskiden inönü stadında maç izlemeye giderken sergen izlemek vardı, koşmayan, elleri belindeki sergen vardı... istanbula ilk geldiğim zamanlardı, tayfur kaptandı, sahanın kenarında koşu pisti vardı...
"eskidendi, çok eskiden.." şarkısını henüz yazmış mıydı sezen aksu bilmiyorum, 20 sene geçmiş gibi üzerinden...
çekilmiş filmler veya internetten yayılan marşlar yoktu. eski açıktan kulak kabartıp, kutudan yeni yeni çıkan tezahuratı dinlemek vardı, "yeni beste" sesini duyunca nefesleri tutmak vardı...
bembeyaz bezin üzerine el yordamıyla birşeyler yazmak, bez kısa gelince çapraza vurmak vardı; ve biz bant bulunca bu heyecanları da yitirdik belki...
nostaljiyi 10 sene değil de 2 sene evvelinde bulmak vardı; şimdi takvimler kabardı diye, sayfaları çevirmek, yüklüce omuzlarımda sanki gerideki tebessümlü zamanlar...
yazları maçlar olmadığı için gazetelerden transfer haberleri okuyup bir kısmına nedensizce inanmak vardı, şimdi akıllandık ya da iyice aptallaştık belki de...
yazın boş durmayıp sene içine pankartlar hazırlama inadıyla yitip giden mevsimden sonra "her neyse" demek vardı. artık yapılamayacak işler için zaman ayırma çabaları bile yok...
kocaman bir bayrağım olsun diye, bayramlıklarını bekleyen çocuk hevesiyle yaşamak vardı. kollarımız yıprandı veya bayraklar yasaklandı...
100 metreyi ciğerler çökmeden koşabilmek vardı...

şimdi lekeli gibi, bir sevimsiz gibi herşey. yıllarca beklenen forma en sonunda çıkınca koşarak gidip almak vardı, elbet alınır aymazlığıyla yorganı daha bir sıkı çekiyorum üzerime. heveslerim yitip gitmişken kıçım açıkta kalıyor ve ben buna üzülemiyorum.
fulyayı gördük; kovulan teknik adamları gördük; kapıdan içeri girmesi yasakken buyur edilen ve gidişiyle gözyaşı dökülen hocaları gördük; rakibi şampiyon olamadı diye sevinenleri gördük; bir topçu için gece nöbetleri tutanları gördük; oynamayacağını sadece parasını alıp sefasını süreceğini bağıra çağıra kontratına yazdığı halde insanları deliler gibi sevindiren topçuları gördük; iyi kötü arasında henüz tartışılmaya bile başlanmamışken tek kalemde silinen sporcuları gördük; çerez niyetine bir kenarda tutulduğu halde koskoca kulübe sene içerisinde tek başarısını kazandırmış şubeleri gördük...
neler neler gördük ama hepsine hepberaber üzüldük, neler olduğunu neden böyle olduğunu herkesle birlikte sorduk. herkes gibiyken şimdi herkesten farklı olarak yaz sezonundaki dış hatlar uçuşlarından ötürü bir dışlanmış hissediyorum kendimi. herkesi heyecanlandıran bir transfer beni üzüyor. kontratını tek gören benmişim gibi, bir müneccim edasıyla günü gelince güleceğimi hissederek surat asıyorum. "küstüm oynamıyorum" şeklinde değil, oyunun dışına atılmış bir çocuk gibi buruk bu adam. çocukça heveslerini yitip giden düşleriyle boğmuş bu adam; insanların iki ayrı yüzü olduğunu gördükçe ve "neler oluyor bize" sorusunu bi başına sorduğu için yıpranmış bu adam...
soruyorlar:
"ne bu hal?"
diyorum ki:
"sormayın!"
hiç iyi değil... içime atıyorum...
yeni forma değil, kombine değil, pankartlar değil; sadece ve sadece trt spikeri ablamın şiir okumasını istiyorum radyodan!
anlayacağınız, sessizce kalkıyorum yerimden, anahtara uzanıp ışığı söndürüyorum. masanın başına geçip lambayı yakıyorum. bir kitap açıyorum önüme. derin derin düşünürken bir yudum sigara içiyorum... sessizce köşeye çekilip loş ışık altında gözlerimi yoruyorum...
hiç iyi değil... bağıra çağıra isyan ediyorum; bu defa bi başıma! ve pankartlarında anarşik A kullanmayan ben, beşiktaş taraftarları içerisinde belki de tek anarşik olarak öylece kalakalıyorum...
kafamda bir soru, bir sorun var:
neden böyle oldu?

0 yorum: