sonra birgün o boynuna sıkıca bağlanan, anlam veremediği derecede babasınca sevilen şeyin, el emeği göz nuru en nihayetinde, yeniden hayatına girdiğini görmüş. o gün uzunca düşünceler içerisinde boğulup gitmiş çocuk...
soğuk bir gün, hani karış hesabı kardan bahsedilir tabirlerde, işte tam da o misal... çok kişi bilmez karın ne denli ayaza gebe olduğunu ve kar yağdı mı çocukların boğazlarından yutkunmalarının ne denli zor olduğunu. düğüm düğüm derler hani boğaz, içten değil dıştan sıkı bir düğüm tam da enseye isabet eder. hele de gözlüğü varsa veledin, burnundan verdiği her soluk nasıl da buğu yapar camlarında gözlüğünün. nefes alamaz çocuk, göremez, hele bir de kulakları da düğümlendiyse duyamaz. ayaklarında postallar, asker sanar çocuk kendini onları giydiyse... nefessiz, işitemez, göremez bir çocuk. isyanı var belki ama kimin umrunda. çıksın koşar adım apartmandan sokağa. arkasından koşan kişi bacakları upuzun babası... koltuğa oturduğunda ayakları yere bile değer ki babasının. çocuk koşsun, karları ayakkabısının burnuyla havalandırsın... yakalar onu babası elbet, hemen boğazına bir düğüm vurur! elbet kastı üşümesin diye çocuk, ama anlamaz bunu çocuk. elleriyle savaşır, düğümleri kırar, derin bir nefes alır ki gözlüğündeki buğunun çözülmesi de bu ana denk gelir. kavradı mı düğümü çalar yere! buzların ve karışla karların hakimidir çocuk! kızar babası çocuğa... yine anlamaz çocuk... üzülmez de sanki hafif burkulma hafif kızma, işte tam ikisinden eşit derecede, öyle de tarifi zor bir his...
biraz siyah, biraz beyaz... azıcık siyah, aynı azlıkta beyaz... yanyana defalarca sıralanmışlar ardışık ve tertipli. el örgüsü değil, iş bu sebebten ötürüdür ki dokunmalık değil, bakmalık daha çok. tablo gibi... bir gün, bir gün, bir çocuk; nasıl da hevesle nasıl da heyecanla, görmüş de almış hemen... eve de gitmiş, buğu yokmuş gözlüğünde bu defa...
annesi örmüş çocuğun, hem babasına çocuğun, hem kendisine çocuğun... ilmikleri küçük tutmuş bilerek. babasındakiyle aynı hatlar, aynı renkler, aynı düzendeler; ama birisi ensesinden böğürüne düşürme hakkına sahipken, diğerininki sıkıca bağlanıyor ensesinden. hele bağlayan dikkatsizse gözlüğünü de gözünü de kapatıyor kimi zaman. her seferinde üstelik, nasıl da çileden çıkarır çocuğu, verdiği her nefes gözlerini tıkıyor! zaten kış, zaten gözleri sulanıyor. hem sulu hem görmez, deyin hele, ne işe yararlar o halde?
arkadan bağlamak istemiş, sonuçta babasınınki gibi olabilmiş boynundaki ve düğümsüz. ama düğüm peki, hani ensedeki? hani burnunu kapatırdı, hani nefes verirken gözlüğünde buğu yapardı?
dönmüş zaman içinde yeniden geriye, üşümüş o an çocuk... avcunu sıkmış önce, yine denemiş ama hemen vazgeçmeyip... olmamış, buğulanmamış? tam ensesindeki düğüme hiddetle girişecekken aklına gelmiş o yarım burkulma yarım kızma hissi, babası gelmiş aklına, nazikçe omuzlarından düşürmüş atkısını çocuk iki yakasından aşağı...
nostaljik hani o atkı, sormasınlar diye anlattım bunları ben! neymiş nostaljisi diye sormasınlar istedim ben...
üşüyorum ki ben? hey! sen! çocuk! gelip arkamdan bağlar mısın bu atkıyı rica etsem?... ama sıkıca olmalı düğüm, boğazımı sıkmalı; ve ne zaman soluğumu versem, gözlüğümün camları buğulanmalı! anlatabildim mi? evet böyle... çok teşekkür ederim...
Nostaljik
4 Mayıs 2009 Pazartesi
Gönderen asidiktesir zaman: 05:49
Etiketler: asidiktesir, beşiktaşlılık, edebiyat
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder