bugun bayram!

23 Nisan 2012 Pazartesi


 iki taşın arasını adımlayarak kalesini kuran çocuk, azıcık ver hasarlanmış meşini de oynayalım?

dolarların uçuşmadığı, hilelerin olmadığı, hakemsiz yönetimsiz, üç kornerin bir penaltı olduğu oyununa beni de al!
metin'den ali'ye orta, ali havada asılı kalıyor, ancak bako'dan muhteşem bir kurtarış!

Siddet Uzerine Sorular (ismet berkan)

20 Nisan 2012 Cuma

beşiktaş'ın olağanüstü kongresinden sonra göreve gelen yeni yönetimiyle ilgili şimdiye kadar herhangi birşey yazmadım. olumlu olumsuz şeyler gördükçe yazıyoruz. ya ben dikkat etmedim, ya da gözüme birşey çarpmadı, bilemiyorum. yöneticilerden birisi ki bana en çok heyecan vereniydi, ismet berkan, bugün hürriyet gazetesindeki köşesinde güzel şeylere değinmiş.
öncelikle, ismet berkan bana neden heyecan vermişti seçimler zamanında, bundan bahsedeyim. kendisini radikal gazetesindeki görevinden beri takip ederim. o zamanlar hemen hemen hergün okuduğum radikalde bence en çok payı olan kişiydi. zaten eyüp can'ın göreve gelmesinden sonra başka gazetelere kaydım, sonradan gazete okumak için daha az zaman ayırır oldum. düşününce, en son 2 hafta kadar olmuştur elime gazete almayalı. halbuki haftasonu dinlenmek için fethipaşa veya dolmabahçeye bi başıma gidip gazete okuyan sonra geri evine dönen birisiydim. iş güç yoruyo adamı hafız... her neyse.. ismet berkan bazı zamanlar görüşlerine katılmadığım ancak her zaman son derece değer verdiğim ve halen hürriyet gazetesini açınca ilk okuduğum yazardır. katılayım katılmayayım, ne dediğini ne yazdığını merak ederim, sözlerine görüşlerine önem veririm.
bugün ne yazmış?
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20382321.asp
olduğu gibi buraya iliştirmek istiyorum
"......
Anladık, futbol sadece futbol değil ama futbol şiddet de değil

KENDİ kendimize şişinip duruyoruz, futbol ligimizin marka değeri diye, futbol endüstrimizin büyüklüğü diye...

Şöyle bir düşünün: ‘Süper’ sıfatlı ligimizin bu yıl alel acele bir de ‘Süper final’i oldu.
Eh, ligimiz ‘Avrupa’nın bile imrendiği’ bir lig ve ‘süper’ olduğuna, üstelik bir de finali de ‘süper’ olacağına göre, bu son altı haftanın (biri gitti beşi kaldı) bir şölen havasında geçmesi gerekir öyle değil mi? Ülke futbolunun doruğundaki dört takım, altı hafta sürecek futbol bayramında futbolseverlere ziyafet çekecek.
Ama hayır, günler hiç de öyle geçmiyor.
Bu haftasonu Trabzonspor ile Beşiktaş oynayacak ama Trabzon’un sahası kapalı olduğu için maç sadece kadın ve çocukların önünde, Trabzonspor’a bir kuruş gelir getirmeksizin oynanacak.
Pazartesi günü Galatasaray’la oynadığı maçta sahaya seyircilerin girdiği Beşiktaş büyük olasılıkla en az bir maç seyircisiz, yani kadın ve çocuklara oynayacak.
Bu üstelik daha başlangıç.
* * *
Ne oldu, ne zaman bu ülkede futbol futbol olmaktan, orta ve dar gelirlinin haftasonu EĞLENCESİ olmaktan çıktı da bir savaşa dönüştü?
Ben şanslıyım öyle maçlar gördüm: İnönü Stadında kapalı tribünde Beşiktaş ve Fenerbahçe veya Beşiktaş ve Galatasaray taraftarının yanyana, herhangi bir güvenlik önlemi de olmaksızın oturduğuna tanığım.
Sonra tam kapalının ortasına iki sıra toplum polisi oturur oldu, taraftar ayrıldı. Derken stadlarımıza rakip takım taraftarı hiç alınmaz oldu, alınanlar da insanlık dışı bir biçimde maçı kafesin arkasından izlemeye mahkum edildi.
Ama o da ne, aslında hepsi eş zamanlı gelişti: Zaten kimse maç izlemez oldu. Koro halinde küfürler, stad yakmalar, stadın koltuklarını kırıp sahaya atmalar, sahaya atlayıp futbolcu hakem kovalamalar...
Bu ülkede tribünde ateşli silahla taraftar öldürüldü. Bu ülkede tribünde bıçakla taraftar öldürüldü. Taksim meydanında rakip İngiliz seyircileri öldürdük. Stadyumun önünde rakip taraftarı öldürdük, yaraladık, tanınmayacak hale getirdik.
Geçen yıl taraftarın rakip takımı stada sokmaması yüzünden bir maç oynanamadı bu ligde.
‘Sporda Şiddetin Önlenmesi’ diye yasa çıkardık, daha uygulandığına tanık olmadık.
Futbolu bir oyun olmaktan, haftasonları hoşça vakit geçirdiğimiz iki saatlik eğlence olmaktan el birliğiyle çıkardık.
Futbolumuz bugün şiddete, şiddetin diline ve eylemine teslim olmuş durumda.
Şiddetten ürken gerçek futbol seyircisi stadlarımızı terk etti, yavaş yavaş maçları televizyondan bile izlemez hale geldi.
Koca bir toplumun eğlencesi, onunla kıyaslanınca bir avuç kalan fanatiğin haftasonu savaş meydanına dönüşüyor.
Irkçılıktan şike iddiasına kadar her şey bu şiddet atmosferinin sonuçları.
Korkarım en kötüyü daha görmedik.

Federasyonun cezaları neden etkili olmuyor?

SAHAYA yabancı madde atmanın, küfürlü tezahüratın, sahaya girmenin vs cezası, seyircisiz oynamak. Bir hayli ağır bir ceza ama nedense caydırıcı olmuyor, olamıyor.
Özellikle büyük takımlarımızın sahası bu yıl defalarca kapandı. Sadece saha da kapanmıyor; üstüne bir de kulübe para cezası da kesiliyor.
Ama buna rağmen olaylar önlenemiyor. Acaba neden?
Çok lafı dolandırmaya gerek yok: Kulüp yönetimleri bu önlemleri almakta yeterince aktif değiller, hatta bazı durumlarda şiddete onlar yol açıyor, yol veriyorlar.
* * *
Dıştan baktığımızda futbolumuzun en önemli sorunu bu: Şiddet.
Bu atmosferin ortadan kaldırılmasında, tribün olaylarının önlenmesinde federasyona düşen görevler de var, tek tek kulüplere düşen görevler de.
Ama sanıyorum en önce yapılması gereken, en sonuç alıcı yöntemlerle mücadele etmemiz gereken böyle bir sorunumuz olduğu konusunda fikir birliğine varmak.
Bazılarımız, sorunca ‘Evet bu sorun çok önemli ve çözülmeli’ diyorlar ama iş çözmeye gelince tam tersi yönde hareket edebiliyorlar.
Türkiye’de hayatın başka pek çok alanında olduğu gibi korkarım futbolda da, ‘sivil’ futbol yönetimi kendi kendine bir çare uygulamakta aciz kalınca devreye ‘devlet’ girecek ve sorunu züccaciyeci dükkanındaki fil gibi davranarak çözmeye yeltenecek.
Bunun olmasını beklemeden harekete geçmek gerek.
Bir şeyi hiç unutmayın: Futbol, orta ve dar gelir gruplarının eğlencesidir esas olarak.

Topluma iyi örnek oluşturmak...

ŞİDDETE dayalı kültür sadece futbol sahalarında ve futbol seyircisi/yöneticisi/oyuncusu arasında değil kuşkusuz. Son örneğini gencecik bir doktorun bıçaklanarak öldürülmesinde de gördüğümüz gibi çok daha yaygın bir sorun bu.
Şiddet evlerimizin içinde var, okullarımızda var, sokaklarımızda var, futbolda var, her yerde var...
Ama bu sorunun aşılmasında futbol bir öncü rol üstlenebilir ve bu güzel oyuna şiddetin dilinin hakim olmasının önüne geçerek, sonra tribünlerdeki şiddeti önleyerek topluma daha iyi bir örnek oluşturulabilir.
Bence bu imkansız değil.
......"


ben bu yazıyı okurken, başından sonuna kadar bir öneri bekledim. çünkü okuduğum her kelimede aklımdan geçen şuydu: "ne yapmamız gerekiyor?" bir spor yöneticisinin, bir sporseverin, bir sporcunun ne yapması gerekiyor? daha da önemlisi, bir toplum önderinin veya yöneticisinin, toplumun bir ferdinin ne yapması gerekiyor?
bu yazı güzel bir durum değerlendirmesi olmuş. ancak görüşlerine son derece önem verdiğim ismet berkan'dan bir öneri de bekliyorum. belki köşe yazısına sığmayacak kadar derin, belki konunun üzerine eğilmeye yeni başladı, belki devamı gelecek...
birşey yapmalı...
toplum içerisinde şiddet var. işte var okulda var ailede var sokakta var fikirlerde ve siyasette var; şiddet insanın doğasında var. o halde ne yapalım gidip budist mi olalım tapınaklara mı kapanalım?
şiddeti yönlendirmenin yolları mevcut, kontrol altına almanın veya yönlendirmenin.
evet, eski zamanlarda futbol, toplum içerisindeki şiddetin dışa vurum yeri değildi, farklı renklere sevdalananlar efendi gibi kendi dertleriyle ilgilenip nefretsiz sevgiyi tadabiliyorlardı.
sonra darbe oldu.
o zamana kadar sokaklara dökülmüş şiddetin, siyasi fikirler üzerine kurulmuş nefretin kökünü kazımak için önce bireylerdeki siyasi kaygıları kontrol altına almak istediler, sonra toplum içerisindeki şiddeti spora yönlendirdiler. çünkü devlet siyasette darbe gerektiren şiddetin başka bir yöne kanalize edilmesini, mümkün mertebe toplumun siyasete hiç bulaşmamasını, bulaşıyorsa da şiddetten uzak bulaşmasını istiyordu.
devletin bu noktadan muazzam bir başarısı söz konusu. gerçekten de, belki bir 10 sene 20 sene alsa da şiddet başka bir yöne kanalize edildi ve aşama aşama son 40 yıl içerisinde tribünler ve spor takımları şiddetin merkezi haline geldi. önce kadınlar ve çocuklar bu savaş alanından uzak tutuldu, sonra zorla sokuldu, en sonunda da erkekler dışarı çıkartılıp sadece kadınlar ve çocuklar tribüne sokuldu. ama şiddet bunla bitmedi. şapkadan çıkan bir tavşan bu, bir büyü değil, üstelik aşağılık bir uygulama.
peki şimdi toplum içerisindeki şiddeti başka bir yere mi kanalize etmemiz gerekiyor? diyelim sporu temizledik, tribünleri temizledik; bu sefer nereyi kirleteceğiz?
bence çözüm şiddeti yönlendirmek kanalize etmek değil. şiddetin bir çözümü olmalı. bir şekilde bu meret kontrol altına alınmalı. uzmanlar bu konuda ne diyorlar bilmiyorum, literatür araştırması yapmış değilim. bu konuda yeterli bilgi ve birikimim yok. ben basit bir akademisyenim, araştırma alanım da mühendislik bilimleri, ne anlarım ben şiddetten? ama bir çözümü olmalı.
ilk aklıma gelenler toplumun eğitim ve kültür seviyesinin artırılması. ancak bu yönden çok umutlu değilim. eğitim seviyemiz gün geçtikçe düşüyor, niteliksiz eğitim sunuluyor, ve daha beteri de olacak gibi duruyor. zaten "eğitimin millisi mi olur" şeklinde demeç verebilen, intihal yapabilmiş ve kendiyle nice çelişkilere düşmüş bir milli eğitim bakanından uzun vadede eğitim seviyesi artışını şahsen ben bekleyemiyorum.
kültür ve sanatta kısa vadede memleketin pek de iç açıcı bi gelişimi olacak gibi de gelmiyor. işin mizahi yönüne sığınıp yine sayın bakana giydirmek istiyorum. koskoca saray özel mülk gibi kullanılırken, tepesinde kocaman otel yatarken, "insanlar orda tepiniyor sonra orası saraya kayıyor" diyebilen bir kültür bakanından uzun vadede nefes aldırabilecek birşeyler ben şahsen bekleyemiyorum.
dolayısıyla uzun vadede şiddete eğitim ve kültür seviyesindeki artışla çözüm bulabilecekmişiz gibime gelmiyor.
kısa vadede üretilen çözümlerin hepsi cezai yaptırımlar, onlar da zaten vız gelip tırıs gidiyor. aile içinde şiddet varsa ceza veriliyor, o da yersen. sokak ortasında adam öldürürsen birkaç yıl yatıyorsun, öldürdüğün adamın niteliğine göre daha fazla resmin basılıyor gazetelerde. öldürdüğün yere göre de değişiyor. hastane ortasında adam öldürürsen bir gün grev yapılıyor, mahkeme düzenleniyor, sonra yaşın ufak olduğu için sayılı gün sonra salınıyorsun, bir dahaki adam öldürmene kadar bütün kesici delici aletleri kullanman serbest, üstelik her türlü sağlık hizmetinden de kesintisiz faydalanabiliyorsun. tribünde ve sahada adam öldürmek ve yaralamak arasında farklar var. sahada adam öldürürsen insanlık tarihine geçebilirsin. tribünde ise adi suçlar kapsamına giriyor sanırım, yüzünün kızarmasına gerek var mı yok mu bilmiyorum. yaralamak ise başlı başına mevzu. fiziksel olarak yaralarsan ayrı, ruhsal olarak yaralarsan ayrı olması lazım, ama aynı. git sahaya birşeyler at bir sporcunun kafasını yar, aynı; küfret rencide et bunlar da aynı. saha kapanıyor, ceza olarak bir sonraki maç kadınlara ve çocuklara ücretsiz oluyor. onlar da bunun aynısını yaparsa ne olur, bilmiyorum, ama emin olun bir gün gelecek, onu da göreceğiz hep birlikte.
sonuçta kısa vadeli önlem olarak hep cezai yaptırımlar var. yetersizliğinden şikayet ediliyor, ancak yeterlisi nedir bunun ben anlayamıyorum. hak ve hürriyetler elden alınarak, veya hak edişler gasp edilerek şiddete çözüm bulamayız, ancak örtbas eder veya erteleriz.
bak kardeşim, senin o doktoru öldürmemen gerekiyor. çünkü?
çünkü o doktoru öldürürsen 1 yıl ile 10 yıl arasında hapis cezası alacaksın.
çünkü o doktor tamamen masum, ve senin içindeki bu çirkinlik onun ölümüyle son bulmayacak, senin tedavi edilmen topluma kazandırılman lazım. üstelik senin yüzünden bu memleket çok güzel bir evladını bir hiç uğruna kaybedecek.
iki resim arasında milyon farkı görebiliyor musunuz? kısa vadeli çözümün örneğini yazmak bile daha kısa sürüyor, daha kolay. bu nedenle abanıyoruz cezalara. cezalar yetersizmiş? yeterlisi ne peki?
e uzun vadeli çözümler de çok uzun süre alacak. insanların ruhsal yapısını, toplum olgusunun bilincini öyle hemen düzeltmek imkansız. e ama bu böyle de gitmeyecek, en nihayetinde birşey yapmalı!
peki ne?
ne yapmalı?
benim aklıma gelen çözümler yetersiz, bana mantıklı da gelmiyor. o yüzden bu konuda ismet berkan yazında belki güzel bir öneri gelecekmiş gibi heyecanlanabiliyorum.
lafım sözüm sadece ismet berkan'a da değil. ben cevap arıyorum her kimden olursa:
ne yapmalı?
ismet berkan desin ki şöyle bir önerim var. ben şahsen elimden geleni yapabilirim. inanıp inanmamam bile artık önemli değil çünkü her türlü öneriye açığım çünkü umutlarım tükeniyor.
sırf içindeki çirkinlikleri dışa vurmak için sırf şiddet uygulayabilmek için insanlar beşiktaşlı oluveriyorlar, vakti zamanında sağcı veya solcu oldukları gibi. o an yolda 10 tane beşiktaş formalı insan bir tane galatasaray formalı insanı kalleşçe taciz edebiliyorlar. bir maç çıkışında sami yenin önündeki duraklarda, mühendis oktay galatasaray taraftarları tarafından başı ezilerek öldüresiye dövülüyor.
bir hentbol maçında, rakip takımın sporcusunun, tribüne çıkıp taraftarları dövmeye yeltenecek kadar gözü dönebiliyor.
üzerindeki atkısından formasından ötürü bir insana sorgusuz sualsiz saldırmanın, renginden cinsinden dolayı bir insana sorgusuz sualsiz saldırmaktan ne farkı var? birisine ırkçılık deniyor, diğerine taraftar olayları. peki ne fark var?
bir birey insanlıktan çıkıp aylık 500 lira emekli maaşını kaybetmemek için bu memleketin en değerli evlatlarından birini elinden bıçakla bir hafta boyunca takip edip en sonunda bir hastanenin tuvaletinde sinsice katlediyor ve başında 10 dakika kadar ölmesini bekliyor.
bir kız çocuğuna onlarca kişi tecavüz ediyor, bir kadın evinde şiddete maruz kaldıktan sonra polis zoruyla yine evine bırakılabiliyor, bir küçük çocuk öğretmeninden hergün dayak yiyebiliyor, bir çalışan patronundan veya amirinden her saniye şiddet görebiliyor, her boş anında tacize uğrayabiliyor...
insanlık mı çirkinleşiyor, yoksa insanlar hep böyle çirkindi ve çirkin mi kalacak?
gerçekten merak ettiğim sorular bunlar.
kendimde arasam cevapları?
ben hiç birisine küfretmedim mi? küfrettim. hatta bunu maç izlerken de yaptım. o insan bunu haketmiş miydi peki? bunun kararını verebilecek olan ben değilim ki? peki neden yaptım?
fiziksel bir şiddet uyguladım mı? tacizde bulundum mu? insanlara renklerinden ötürü ırkçılık yaptım mı? atkısının formasının rengi yüzünden, ben şu takımı destekliyorum dediği için, veya o an sayıca benim içinde bulunduğum gruptan daha az oldukları için başka insanlara sorgusuz sualsiz saldırdım mı? sorgulu sualli saldırdım mı?
hayır...
peki neden ben yapmadım bunları?
veya başka insanlar nasıl oluyor da bunu yapabiliyorlar?
ben ne yaptım, bana ne yaptılar, ne yedim ne içtim ne gördüm de ben bunları yapmadım?

çok fazla soru var.
evet, bizim bu soruları cevaplamamız, ve bu sorunlara çözüm bulmamız gerekiyor.
beşiktaş yönetiminden gelecek önerilere de, ben, bir beşiktaş taraftarı olarak elimden gelen desteği göstereceğim.
çünkü birşeyler yapılmalı!

beşiktaş maç da alır maç da verir

17 Nisan 2012 Salı

beşiktaş maç da alır maç da verir; ama biz beşiktaş'ın beşiktaş gibi oynamasını istiyoruz.
tribünler destek de olur, tepkisini de koyar; ama biz tribünlerin beşiktaşlı gibi olmasını istiyoruz.
rakip iyi de oynayabilir kötü de oynayabilir; ama biz rakibimizin ahlaklı ve cesur olmasını istiyoruz.
hakem maçı pürüzsüz de yönetebilir, insandır, hata da yapabilir; ama biz artniyetli davranmayan hakem istiyoruz.
beşiktaş takımı sahaya çıkar, rakibini de yener, hakemi de yener. biz böyle bir beşiktaş istiyoruz.

minik takım (l'equip petit) from newalaqasaba on Vimeo.



sabretmemiz lazım galiba. çok uzun bir süre sabretmemiz lazım. bizi dibe mi itiyor borç batağına mı sürüklüyor yıldırım demirören? belki dibi de görmemiz lazım. takım yeniliyor mu? belki kaç maç boyunca gol atamaması fark yemesi de lazım.
beşiktaş bu, maç da alır maç da verir. iyi de oynayabilir kötü de. maçı kazanınca sevinci ayrıdır, maç kaybedince hüznü ayrıdır.

dileyen paralara tapar, dileyen kupaların altında yatar, dileyen kafa kağıdının dışına bakmaz, isteyen istediğini sever arkadaş. kimsenin sevdasına kutsalına laf söz edecek kimsenin "tek" bildiğini sorgulayacak değiliz. ama hiç kimse de sevdiği şeyler uğruna bizim sevdiğimiz şeyleri baltalamasın!
biz adaleti seviyoruz, siz adaleti bitirince ne olduğunu görüyorsunuz.
maç boyunca küfürler edilmiş, hiç hoş değil; sahaya madde atılmış meşale atılmış, hiç hoş değil; futbolcular hakeme saygısızlık yapmış, bu da hoş değil; rakip takım korkudan titrer hale gelmiş kaosun ortasında, olacak şey mi; ama bilinmesi lazım, bu gece orada adalet yoktu.
ancak herşeye rağmen futbolcusuna "vur vur kır" diye bağırdıysa bugün orada beşiktaşlılar, kimse kusura bakmasın ama bu tribünün de bu taraftarın da hiç kimseden hiçbir farkı kalmamıştır. rakibini sakatlamak için futbolcusuna talimat veren fatih terimden mentalitenizi nasıl ayırt edebilirsiniz ki? her yol mübahtır diyerek amaca kitlenen ve ar namus tanımayan galatasaraydan ne farkınız kalır ki?
tek tek pozisyon pozisyon inceleyecek değiliz. kaç metre uzaktan neyi ne kadar görebiliriz? ama senelerdir aynı noktadan kaç maç izledik, az buçuk nerde ne olduğunu da acizane görüyoruz değil mi? ofsayt tartışmaları kadar saçma şeyler yoktur. olmuş bitmiş, ofsayt da olsa yemeseydin? gol diye haneye yazıldıktan sonra yapacak birşey yok. sonra gidip başka bir zamanda kendince adalet sağlıyor maçın hakemi, buna da zaten eyyamcılık deniyor. yok şurda faul mü var, burda şu mu var, belki maçın sertliğine belki olayın gelişimine göre yorumlanabilir, gayet mümkün. ancak hakeme saygısızlık yapıldığı için bir sporcu oyundan ihraç ediliyor da, onun birkaç dakika öncesinde başka bir sporcu daha ağır bir saygısızlık yaptığında neden herhangi bir ceza verilmiyor? işte bu mevzu zaten bu gecenin adaletsizliğinin özetidir. taraftar şunu yapmış bunu demiş, sporcu şöyle yapmış böyle demiş, be adamın evladı, bi sorsana o kadar insanı çileden nasıl çıkartabildiğini? yahu, hırsızın hiç mi suçu yok?
bir de işin en pis tarafı, şu şunu yapmış geçen sene, bu buna şöyle demiş geçen sene diye ahlak zabıtası kesilenler, bu günki maçın hakemiyle ne görüştüler hangi konuda anlaştılar? bu gece de o tertemiz ahlaklarını bir konuştursalar? çıkıp deseler ki fikstürü de biz belirledik, hakemleri de biz belirledik, başa da bizim istediğimiz bir kukla kondu, karışan edenimiz de yok, bak senin isyan ettiğin saç baş yolduğun önemli anları biz özete bile koydurtmuyoruz, kimse bizi suçlayamıyor da, ve en başından biz belirledik zaten sonucu deseler?

bakın biz sevdalıyız. bi çıkarımız yok ki sevinmekten başka? siz gidin isminizi istediğiniz yerde ünlendirin, istediğiniz parayı istediğiniz yerden çekin, istediğiniz kişiyle istediğiniz teması kurun ama birincisi bizim masumiyetimize dokunmayın, ikincisi de çok bir masummuşsunuz gibi ortalıkta dolaşmayın...

ne beşiktaş ne galatasaray sizin ego tatmini yapabileceğiniz, türlü oyunlarla adını kirletebileceğiniz yerler değil, bazı insanların kutsalıdır bunlar.

30bin kişinin kutsalını hiç ediyor hırpalıyor ve orada sağlaman gereken adaleti paçalarından akıtıyor alenen zıngır zıngır titriyorsan, bunu kaldıracak vasfın kişiliğin ve kabiliyetin yoksa, kusura bakma ama sayın göçek, senin orda ne işin vardı?

bu arada, daha önceden kendisiyle ilgili en ufak olumlu veya olumsuz görüşüm olmamasına rağmen bugün sabri sarıoğlu'nu kişiliğinden ötürü ayrı bir takdir ettim. tribünlerin sahaya inmeye çalıştığı ve cisimler attığı dakikalarda sakince kenara geldi o sağanak altında beşiktaşlı sporcularla birlikte yapması gerekenden daha ötesini yaptı. belki insanların gözünden kaçmış olabilir ama, başka bambaşka bir hareketti. karakteri ve ahlakı zayıf bir sporcu olsaydı olayları tırmandırabilirdi. ama o sakince olayların yatışmasını bekledi.

önemli bir not: dün akşam kadıköyde oynanan bir karşılaşmada ankaradan bir arkadaşımız, onur karabudak, ağır yaralanmış. dün ve bugün iyi haberler geldi. yarın daha iyi haberler de gelecektir. günü gelince rakip takım taraftarına ayrılan tribünde kendisini dimdik sapasağlam görmek istiyoruz. geçmiş olsun...