Pazarlamayla, Terbiyesizliği Karıştırmayın!

30 Ekim 2010 Cumartesi


Sonunda Iverson imzayı attı. Hepimiz biliyoruz ki pazarlama olarak çok fazla kullanılmaya çalışılacak. Akatlar'a 15 tl altında bilet alıp giremeyeceğiz mesela. Ancak satışa sunulan, fiyatı biçilen kombinelerin satıştan kaldırılmasının amacı nedir?
Yönetimin pazarlama beyninin nasıl çalıştığını biliyoruz. Bunu anlamak için futbol maçlarının her maç değişen bilet fiyatlarını gözlemek yeterli. Ancak düşündükleri şey, bizim tahmin ettiğimiz gibi fiyatları yükseltip öyle satmaksa, bu terbiyesizlikten ve sahtekarlıktan başka birşey olamaz!

iverson üzerine çeşitlemeler - x

gecenin bir yarısı, camdan başınızı sarkıttığınızda, pervazın altına sinmiş spiderman gördünüz mü siz? karanlık bir sokakta karşınızdan ürkütücü tipler yaklaşırken, aranıza baş aşağı inen batman gördünüz mü siz? en yüksek uçurumdan düşerken superman gelip sizi löp diye tuttu mu hiç? şöyle ansızın bir an kaptan mağara adamı, bedeninden alakasız ve yanlış bir obje çıkarttı mı karşınızda (evet, abarttım)?
kimi çocuklar süper kahramanların etiketlerini veya çıkartmalarını biriktirirken, sizin cebinizde allen iverson'ın, karl malone'un ve hatta peter naumoski'nin resmi oldu mu? şehrinizdeki basket maçında ufuk sarıca'yı senede bir defa izlediniz mi?
sanki şehre bir film gelmesi gibi, hayal bile edemeyeceğiniz birşey gibi, ve hatta en güzel metafor: başınızı camınızdan çıkarttığınızda örümcek adamı görmek gibi...
inönü stadında zidane'ın olması gibi birşey bu, akatlar'da allen iverson'ı görmek!
sizin için bir süper kahramanı, karşınızda görmek işte bu!
anlayamaz kimse bu heyecanı!
büyük bir sporcunun, kaliteli bir oyuncunun gelmesi gibi birşey değil bu! bir süperkahramanın gelmesi gibi, yıllarca heyecanla izlediğiniz bir oyuncunun takımınızda olması!
diyorum işte:
başınızı camdan dışarı çıkartınca, karşınızda örümcek adamı görmek gibi...

Geldi!

29 Ekim 2010 Cuma



Gelmez, gelecek, geliyor derken 2 yıllık imzayı attı. Bu anı canlı olarak seyrettirememek ise ayrı bir olay... Bir işi tam yapabilsek zaten neler olurdu kim bilir? Her şeye rağmen onu, Akatlar' da, Beşiktaş forması ile görmek güzel, muhteşem filan değil bambaşka birşey olacak. Avrupa basketbolunun görebildiği en büyük yıldız! Beşiktaş' a hoşgeldin!

Ziraat Türkiye Kupası B Grubu


Dün eleme maçında Mesin İ.Y' nu geçtikten sonra kupada rakiplerimiz belli oldu. Grup, çifte kupalı senenin benzeride denilebilir. Rakipler; Gaziantep B.B, Konya Torku Şekerspor, Manisaspor, Trabzonspor... Konya torku ve Trabzonspor maçı Şeref Bey' de, Gaziantep B.B ve Manisaspor maçı deplasmanda oynanacak. Ekim ayının hesabını kısmen sormak için fırsat elimize geçti. Hadi hayırlı olsun...

Tekerlekli Basketbolunda Büyük Skandal

28 Ekim 2010 Perşembe


Salsa Basket, Milli Takım ve Galatasaray' ın antrenörü olan Sedat İncesu ile çok önemli ve skandal niteliğinde şeyler konuşmuş. İçinde Beşiktaş'ın oyuncularınında bulunduğu Milli Takım üzerinden kimler, ne şekilde, nasıl şerefsizliklerle fayda sağlıyor hepsi anlatılmış. Haber iki parça halinde yayınlandı, hepsi aşşağıda... Salsa Basket' e ayrıca teşekkürler
-------------------------------------------------------------------------------------
Başlık bir hayli iddialı ancak aşağıda yazanları okuyunca olana-bitene inanamayacaksınız. Tekerlekli Sandalye Basketbolu'nda Türkiye'nin bu noktalara gelebilmesini sağlamış; Milli Takım'a Avrupa İkinciliği, Galatasaray'a ise Kıtalar Arası Şampiyonluklar, Şampiyonlar Ligi Şampiyonlukları kazandırmış olan sayın Sedat İncesu'dan çok ama çok önemli açıklamalar var. Belki şu an "Amaan tekerlekli sandalyeyse ben okumam" diyeceksiniz ama birazcık zahmet edin, bu ülkede ne gibi pislikler var görün. Bu kadar büyük iğrençliklerin yaşandığı bir ortamda kalıp savaşmaya devam eden Sedat Hoca'ya destek olmayı bir basketbolsever olarak değil, bir insan olarak boynumun borcu biliyorum. Tahminlerinizin çok ötesinde pisliklerle karşılaşacaksınız. "Türk Tekerlekli Sandalye Basketbolunda Haysiyetsizliğin Tarihi" olarak adlandırabileceğimiz yaşananlar ve hocanın bu bağlamda anlattıkları o kadar uzun ki, madde madde veriyorum yaşanan pislikleri.


- Avrupa İkincisi Tekerlekli Sandalye Basketbol Milli Takımı Dünya Şampiyonası'ndan önceki son kampında kampta fizyoterapist ve sağlık görevlisi olmadığı için 15 gün boyunca idman yapamamış.


- Yine yukarıda bahsi edilen kamptan önce takımdaki oyuncuların sandaleyelerine 20 TL kaynak parası verilmemiş federasyon tarafından. Böyle bir şey bizde değil başka yerde olsa direk yeni sandalye alınır oyunculara, biz de sandalyeler tamir edilmiyor bile.

- A Milli Takım Oyuncuları federasyon ilaç paralarını ödemediği için, ilaç ücretlerini kendi ceplerinden vermek zorunda kalmışlar.


- Genç Milli Takım Kampı esnasında, kadrodaki 17 yaşında olan bir sporcu aynı gün iki kez mide kanaması geçirmiş. Ancak kampta, diğer kamplarda olduğu gibi, herhangi bir sağlık görevlisi bulunmamaktadır. Ölüm noktasına gelen oyuncunun hayatını antrenörleri kurtarmıştır. Bu esnada yetkililer 48 saat süresince telefonlarına bakmamış.

- Sedat İncesu'nun kuyusunu kazmak için 3-5 antrenör bir araya gelip Mili Takım'daki bazı oyuncularla anlaşmışlar. Sonradan bu durumu takım içerisindeki bazı oyuncular gereken yerlere bildirmiş. Sedat Hoca'nın ifadesiyle "İhanete ne Allah razı olur, ne kader, ne de alın teri döken Milli oyuncular."


- Oyuncuların sandalyelerine 20 TL vermeyen adamlar İngiltere'ye gitmiş, normal harcırahla da yetinmeyip sporcularınkinin yüzde elli fazlasını almışlar. Utanıp arlanmadan, İngiltere'den dönüşlerinin bir gün sonrasında ölüme terkettikleri sporcuyla birlikte İtalya'ya uçmuşlar. Genç Milli Takım için (!).

- İtalya'ya gitmişler o kadar masraf edip ama oyuncuların sandalyeleri kırık-dökük. Oyuncular kırık sandalyelerle turnuva oynamak zorunda kalmış. Beyefendiler paraları ceplere indirmeye devam ededursunlar.


- A Milli Takım'daki önemli oyuncuların ikisinin sandalye parasını Sedat Hoca ödemiş, başına gelecekleri bile bile... Gariban oyuncular da sandalye parasının dörtte birini ödemiş. Yeni sandalyeye sahip oyuncuların performansı uçmuş ancak takımın geri kalanı kırık sandalyelerle oynamaya devam etmek zorunda kalmışlar. Öyle bir duruma gelinmiş ki takımın oyun kurucusu Ali Asker'in sandalyesi kaynak tutmamaktaymış. Yine hocanın tabiriyle "Garibim asker itmeye, kurmaya çalışır oyunu; sandalye bir sağa gider, bir sola..."


- Utanmaz-arlanmaz adamın biri varmış federasyonda, başkalarının karılarıyla kafayı bozmuş. Bu adam ağza alınmayacak espiriler yapmış. Hoca uyarmış olmamış, as başkana gitmiş, o hallederiz demiş, yine olmamış ve nihayet... Nihayet bu ar-namus kavramından bihaber, utanmaz adam gitmiş iki milli sporcunun yanına, hem de takım finale doğru adım adım yürürken, ne söylemiş biliyor musunuz? Siz sakatsınız, eşlerinizi tatmin edemezsiniz onlar da sizi boynuzlar sakın evlenmeyin. Yahu bu nasıl bir laftır? Oyuncular ağlayarak gelmişler ve olanı-biteni hocaya anlatmışlar, hoca da asbaşkana gitmiş ama sonuç var mıdır sizce?

- Bu ar-namus kavramından bihaber zat, federasyonun her kampına gidermiş. Ama öyle bir gidermiş ki, akşam takımla beraber otobüse biner, sabah kahvaltısını yapıp biletini alıp geri dönermiş. Minimum iki yol parası, üç günlük harcırah da cebine kalırmış.


- Birmingham'da takım turnuva esnasında savaşmaktaymış. Yönetici beyefendilerse Londra'da alış-veriş, gezme, eğlenme sefasındalarmış. Takımın en değerli oyuncusu lobide acı çekerken bir tane yetkili yokmuş yanında. Sedat Hoca ambulans da getirtememiş, oyuncuyu taksiyle hastahaneye götürmek zorunda kalmış.

- Kampa bir masör bile gelmemiş, oyuncuların kasları taş tutmuş. Hoca bari bir masör gelsin, en olmadı psikolojik olarak rahatlasın sporcular demiş, o da yapılmamış. Sonrasında yetkilinin söylediklerini söylemekten ben utanıyorum ama o adam bu lafı etmekten utanmamışsa da yapacağım bir şey yok. Demiş ki değerli yetkili, bir masör bir de fizyoterapist yollayalım ikisini de fizyoterapist olarak tanıtalım ve bakalım oyuncuların gerçekten ihyitaçları var mı yoksa yalan mı söylüyorlar. Muazzam plan vallahi, tebrikler.
Hasılı, durumlar bu şekilde. Yazılacak bir kısım şeyleri yarına sakladık. Merak eden takipçilerimiz Sedat İncesu'nun facebook hesabına bakabilir. Bizim sizlerden istediğimiz bu yaşananlara kayıtsız kalmamanız, bunları bir yerlerde bir şekilde duyurmanız, konuyla ilgisi olmayan bir adama bile neler olmuş neler milli takım kampında diyerek kamuoyu oluşturmanız. Bizi bir şekilde takip eden değerli basın mensupları varsa aramızda, lütfen onlar da ellerindeki imkanları kullansınlar. Bu gibi insanlardan kurtulmamız gerekiyor bu ülkede. Bu noktada gayretlerinizi esirgemeyiniz.

Tekerlekli Sandalye Basketbolunda Büyük Skandal başlığıyla verdiğimiz haber beklediğimiz gibi büyük ses getirdi. Habertürk, Milliyet ve Vatan gazetelerinde sitemizin de ismini geçirerek bu olaya değinilmesi hoş bir jestti. Gelin isterseniz ilk haberimizde değinmediğimiz birkaç noktayı daha sizlerle paylaşalım:


-Sedat Hoca yıllardır federasyona profesyonel sözleşmeye geçilmesini teklif etmiştir fakat federasyon sürekli 'kem,küm,ama,fakat' gibi sözcüklerle hocayı oyalamaya çalışır.


- Ülkemizde bugüne kadar sadece birinci ve ikinci kademe ile ilgili antrenörlük kursu açılmış. Normalde bildiğiniz üzere beş kademe antrenörlük seviyesi var. Ne yazık ki hiçbir antrenör Süper Lig ve Milli Takım seviyesinde takım çalıştıramaz bu şartlarda fakat federasyon bu konunun da kolayını bulmuş. Yönetmeliğe bir alt madde eklemişler ve beşinci kademe antrenörü yoksa dört, dört yoksa üç, üç yoksa iki, iki yoksa birinci kademe antrenörü takım çalıştırabilir diyerek işin içinden çıkmayı başarmışlar. Malum, iş bitirici milletiz vesselam.


- Şimdi de fıkra tadında bir olay geliyor. Bir gün Sedat Hoca'yı aramışlar, demişler ki "hocam seni beşinci kademe antrenörü yapıyoruz", bu şartlarda da çok önemli ya beşinci kademe antrenörü olabilmek, hoca şaşırmış. Sormuş nasıl oluyor bu iş diye, karşıdan gelen yanıt "başarılı oldun ya işte, falan filan" olmuş. :) Hoca anlatmaya çalışmış elinden geldiğince antrenörlük kursu açılmadan bir antrenörün kademe atlayamayacağını ancak anlayan çıkmamış ve yeni yönetmelik Gençlik Spor Genel Müdürlüğü'ne (GSGM) yollanmış. Yazık ki GSGM yönetmeliği kabul etmemiş. Tabii değerli federasyon yetkilileri bir hayli sinirli, yaşananların ardından GSGM'nin bir şey bilmediğini iddia ediyorlar.


- Sedat İncesu federasyonun para yok iddialarına karşılık olarak son beş yılda federasyonun basketboldan sorumlu asbaşkanına ayrılan uçak bileti ve harcırah paralarını nazara veriyor. Bunun araştırılmasını istiyor.


- Sedat Hoca, yurtdışı gezilerine kadro dışında olmasına karşın giden kişilerin yaptıkları masraflarla neredeyse tüm takımın sandalyelerinin yenilenebileceğini belirtiyor. Gezmek, eğlenmek tatlı tabii...


- Sedat İncesu yardımcı antrenörlük görevine ilk getirildiğinde kendisine verilen görevlerden de bahsedelim. Bir kağıt içerisinde o dönem federasyonunda yer alan alkolik bir isim kendisine görevlerini bildirir. Sedat Hoca kağıdı eline aldığında kendisine yanlış kağıdın verildiğini düşünüp geriye döndüğünde o alkolik şahıs hayır bu görev senin görevindir der. Ne mi yazmaktadır o kağıtta; 1 kg antep fıstığı, 1 kg çok kavrulmuş fıstık, 1 kg leblebi ve daha niceleri. Altına da not düşülmüş, hepsi Kızılay'daki meşhur kuruyemişçiden alınacak. Yardımcı antrenörün başka ne işi olabilir ki zaten?


- İspanya'ya gidilecekmiş takımla birlikte, havaalanında A Milli Takım yardımcı antrenörüne çok önemli bir görev daha verilmiş. Sedat İncesu'ya bir çanta verilmiş, bunu bagaja vermemesi ve gözünün önünde ayırmaması söylenmiş. 57 kilo gelmiş çanta ve içerisinde sadece alkol varmış.


Evet, olan-biten bu şekilde. Tabii Sedat Hoca'nın anlattıklarından fazlası da var. Burada yaşananlardan sorumlu olan kişilerin isimlerini de vermenin vakti geldi. Biz yeterince araştırma yapmadan insanları zan altında bırakmak sorumluluğunun altına giremezdik. Bu yüzden iki gün önce isimleri sizlerle paylaşmadık fakat gerek Sedat Hoca ile, gerekse camianın içerisinde yer alan diğer insanlarla yaptığımız görüşmelerin ardından kanaatimiz netleşti ve bu isimlerin bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.


Bedensel Engelliler Spor Federasyonu Genel Sekreteri Mehmet Turan, meşhur "boynuz" olayının müsebbibidir. Mehmet Turan beyefendi dün Habertürk gazetesine yaptığı açıklamalarda iddiaların tamamını reddediyor, ancak açıklamasının sonunda da Sedat İncesu'yu tehdit etmekten geri kalmıyor: Milli Takım'daki görevinden sonra Galatasaray'daki antrenörlük hayatı sona erer. Sağolsun varolsun... Bu yaşananlara katkı(!) sağlamış bulunan isimler arasında Bedensel Engelliler Spor Federasyonu Tekerlekli Sandalye Basketbolundan Sorumlu Asbaşkanı Ali Duran Karakaya, Bedensel Engelliler Spor Federasyonu Eğitim Dairesi Başkanı Emin Bayramlar da yer alıyor.


Bu dakikadan sonra top bizde olduğu kadar aynı zamanda da kamuoyunda, biz aldığımız bilgileri sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Belli bir tepki oluştu şu an için bu yaşananlara dair, yazılı ve görsel medya bu işin üstüne gitmeye başladı. Ümit ediyoruz ki bu olayı tam olarak açıklığa kavuşturabileceğiz. Zaten Sedat İncesu konuyu mahkemeye taşımış bulunuyor. Ümit ediyoruz ki hak yerini bulacak, adalet tecelli edecektir.

salsabasket.blogspot' tan alıntıdır

AIllen Iverson #3

27 Ekim 2010 Çarşamba



Cuma günü İstanbul'da, formaları hazır. Bu transfer haberiyle bahis sitelerinde EuroCup şampiyonluğuna aday iki takımdan biri bile gözüküyoruz. Iverson ne getirir, ne götürür bunu daha sonra yazarız. Şimdilik tadını çıkartmak gerek.

Bahanesi yok

26 Ekim 2010 Salı


Son 5 resmi maç, 3 tanesi Spor Toto Süper Ligi’ n de olmak üzere 4 yenilgi. Sezonu erken açan Beşiktaş’ın elbet bir düşüş yaşadığı dönem olacaktı. Ancak Beşiktaş’ın işin tadını bu kadar kaçıracağını rakipleri bile hayal edemezlerdi. Daha önce alınan yenilgilere alışma dönemi dedik, sonra sakatlar var, takım eksik dedik. Dün sahada alınan yenilginin ise nedeni çok ama bahanesi yoktu.

Kayserispor’u kutlamak gerek. Maçın tamamında daha istekli, daha mücadele eden taraflardı. Oyun sistemlerine hep bağlı kaldılar. Bunda Beşiktaş’ın, rakibi ne kadar bozabildiği de sorgulanır ama her ne olursa olsun Kayserispor maçı hak eden taraftı.

Zalayeta, Troisi ve Cangele gibi üç önemli oyuncusunun yokluğunda, Beşiktaş’ın sakatlıklarını bahane etmesinin imkanı yok. Her iki takımın bütçesini, sakat oyuncularını düşündüğünüzde elde kalan oyuncuların hangisinin daha kaliteli olduğu söylerken Beşiktaş ismini telaffuz edersiniz. Ancak görüldü ki bunu sadece kağıt üzerinde yapabilirsiniz.

Nihat, sahada takımdan önce kendini düşünen bir hale girmiş. Yaşadığı bu düşüşten, anlık hamleler ile sıyrılma düşüncesinde. Ancak buna form durumu el vermezken, Bobo başta olmak üzere takımın tamamını etkiliyor.

Beşiktaş, daha önce oynadığı maçlarda gösterdiği arzulu, baskılı, son dakikaya kadar golü arayan halinden çok uzaktaydı. Schuster’in taktiğini eleştirenlerin bir seçim yapması gerekir. Ya sürekli uygulaması için Schuster’e baskı yaptıkları bu sistemde, pasif, gol pozisyonunu çok zor bulan, isteksiz Beşiktaş’ı izlerler yada diğer kaybedilen maçlarda olduğu gibi sürekli rakip kaleye yüklenen, sabırla pas yapan, arzulu Beşiktaş’ı izlerler. Ancak Beşiktaş, eksik oyuncuları olmadan yeni bir şeyler yapabilmeyi öğrenmeli. 34 maçlık bir seride her zaman aynı planı kullanamadığınız olacaktır, tıpkı bugün gibi…

Beşiktaş, puan durumu ve oynadığı oyun bakımından şampiyonluğun çok uzağında, rakipler ile puan farkı açıldı. Beşiktaş’ ın, bundan sonra puan kaybetme lüksü yok. Beşiktaş, her takımın puan kaybettiği bir ligde alacağı seri galibiyetler ile tekrar şampiyonluğa ortak olacaktır. Ancak bunun için gerekenden çok daha fazla çalışması gerek.

Geliyoor!

25 Ekim 2010 Pazartesi

Suni baskı ve bireysel hatalar

22 Ekim 2010 Cuma


Esame listesine zar zor 15 kişinin yazıldığı, Hakan, Zapatocny, İbrahim Toraman’ın bireysel hataların dibine vurduğu, Nihat ve Tabata’ nın formsuzluklarının tavan yaptığı bir maçta Schuster’ in taktik anlayışını ve oyuncu seçimini tartışmak anlamsız kalır.

Porto maçını incelediğinizde dikkat edilmesi gereken çok daha başka şeyler var. Eğer rakibiniz 10 kişiyken size 2 gol atıyorsa ve siz karşılığında ancak 9 kişi kaldıktan sonra gol bulabiliyorsanız, takımın en iyi oyuncusu ile normal seviyede olan oyuncusuyla arasındaki fark bu kadar fazla olursa, Quaresma, Guti ve Aurelio’nun olmamasından daha başka sorunlar vardır. Rakip 10 kişiyken bireysel hatalar ve takım savunması nedeniyle 2 gol yedikten sonra, taraftar bütün sinirini Hakan Arıkan’dan alıyorsa, yeni “Fevzi Vakası” ile karşı karşıyasınız demektir.

10 kişi kalan bir takım, hocası soyunma odasında her ne uyarıda bulunursa bulunsun psikolojik olarak skoru korumak amacıyla geriye yaslanır. Sizin buna karşı üreteceğiniz yegâne çözüm; uzaktan şut ile golü hazırlamak veya “Yaratıcı Oyuncu” sıfatıyla sahada bulunan oyuncunuzun adam eksilterek diğer arkadaşlarına pozisyon hazırlamasını beklemek. Hal böyle iken o görevle sahada bulunan Tabata’nın yapabildikleri, pas yapamamak ve yaratıcılık olarak sağ tarafta Hilbert’ e pas atmak olunca, yapabildikleriniz Porto’nun izin verdiği suni baskıdan ileriye gidemiyor.

Bu maçtan sonra Schuster’in futbol bilgisi ve yapabildikleri sorgulanmaya başlanacaktır. Daha çok taze bir olay olan Rijkaard’ın başına gelenleri gördükten sonra sabredilmeli. Takımın oyuncuları arasında makasın bu kadar açık olduğu bir ortamda, iki yıldız oyuncu ve bir antrenör ile hiç bir şey bir anda değişmez. Maçlar kazanılır veya kaybedilir. Ancak kazanınca kendimizi Avrupa’da final oynayabileceğimize inandırmak ne kadar lüzumsuz ise, kaybedince Hakan’ın hakemin düdüğü ile soyunma odasına depar atmasını sağlamak, takımı medyanın kucağına bırakmak da o kadar saçmadır. Eğer hedefler büyük ise takıma zaman tanınmalı ve kadro derinliği sağlayan oyuncuların tekrar gözden geçirilmesi gerekir.

Erhan Altıntaş

Beşiktaş'tan geçen panzerler

21 Ekim 2010 Perşembe






Fink' in Fenerbahçe kalesine gönderdiği füzesi, Ernst' in azmi ve mücadelesi, Aumann' ın şapkası, Münch' ün muhteşem ortaları, Hengen' in ''Türk Filmi'' tadındaki hayatı... Christoph Daum’un ilk döneminden bugüne kadar birçok Alman isim kadroya dâhil olsa da hepsinin bıraktığı etki olmadı. Kimisi performansıyla, kimisi de özel hayatıyla akıllarda kaldı.

Alman oyuncular, dünya üzerinde değerlendirilirken; hırslı, mücadeleci, istikrarlı, disiplinli ve makine gibi işleyen oyuncular olarak adlandırılırlar. Beşiktaş'ın bu oyuncular ile tanışması ise Christoph Daum, Karl Heinz Feldkamp, Hans Peter Briegel gibi Alman vatandaşı olan antrenörlerin takımın başında görev almasıyla oldu. O dönemlerden itibaren birçok Alman isim kadroya dâhil olsa da hepsi aynı etkiyi bırakamadı. Kimi performansıyla, kimisi özel yaşantısıyla hafızalarda yer edindi. Bazıları hala taraftarın zihnindeki yerini korurken, bazılarının ismi dahi zor hatırlanır oldu. İşte o isimler…

Fabian Ernst: “Alman Panzeri”, “Üstün Alman Teknolojisi” ya da “Yakıtı Tükenmeyen Otomobil”… İstediğinizi diyebilirsiniz onun için. Schalke’den, bir devre arası transfer hikayesi ile takıma dahil edildi. Genelde Ocak ayı transferlerinin başarılı olma oranı düşük olduğundan ilk önce temkinli yaklaşılsa da ilk maçından itibaren gösterdiği mücadele ve hırsla taraftarın sevgilisi oldu. Zor zamanlarda takımı ateşleyen, asla yılmayan, mücadelesiyle zihinlerimizde yer edinen Fabian, geldiği sene partneri Cisse ile oluşturduğu mükemmel uyumla dönemin teknik direktörü Mustafa Denizli’nin değişmezleri olurken, bu durum Bernd Schuster ile devam etti. Bu sene takıma Quaresma ve Guti gibi dünyaca ünlü yıldızlar gelse bile Fabian, Beşiktaş taraftarı için ayrı bir öneme ve değere sahip. Bunu da maç içerisinde kendisiyle kurdukları diyaloglarla gösteriyorlar.

Roberto Hilbert: Roberto Hilbert ismini ilk duyduğumuzda mutlaka herkesin aklına 2006/07 sezonunun Bundesliga'sı gelir. Alman Ligi'nde bir başarı öyküsünün yazıldığı o sene Stuttgart, ligi zirvede tamamlayıp şampiyonluk ipini göğüslerken, takımın en önemli parçalarından biri olan, dinamo görevi gören, bazen forvet kimliğine bürünüp zor zamanlarda takımına gol kazandıran bir isim olarak hatırlarsınız Hilbert'i. Bu sezonun transferleri arasında Guti ve Quaresma'nın yanında daha sönük ve sessiz bir şekilde aramıza katılan Hilbert, gün geçtikçe kalitesini, nasıl savaşçı oyuncu olduğunu kanıtlıyor. Alman oyuncu, her takımın generallere ihtiyaç duyarken, aynı zamanda kendisi gibi askerlere de muhtaç olduğunu anımsatıyor. Kısa sürede takımın joker oyuncusu konumuna gelen Hilbert, şu ana kadar saha içerisinde gösterdiği istekli tavrıyla, takımı için terinin son damlasına kadar mücadele edeceği izlenimi uyandırdı.


Michael Fink: Çifte şampiyonluğun yaşandığı sene Fabian Ernst’in gösterdiği performansın ve bonservissiz olmasının nedeniyle Cisse’nin yerine orta sahaya takviye olarak transfer edildi. Henüz sezonun ilk maçında İBB’ye attığı golle kendini taraftara sevdiren Fink, vatandaşı Enrst ile iyi bir ikili oluşturarak geçen sezonun en az gol yiyen takımı unvanını Beşiktaş’a kazandıran isimlerden oldu. Sezon içinde istikrarlı ve mücadeleci oyununu oynadığı her dakikada sahaya yansıttı. Performansının zirve yaptığı maçlardan biri de İnönü’de oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe maçıydı. Hem defansif olarak takımının en iyilerinden biri olurken, hem de hücumda takımına yardım etti. Attığı muhteşem golüyle performansının süslerken, takımıyla beraber unutulmaz bir derbi zaferine de imza atarak taraftarın gönlünde taht kurdu. Ancak her şeye rağmen Beşiktaş’ ta ki yabancı sayısı sıkıntısı en büyük şansızlığı oldu. Sezon başında sözleşmesi dondurulan Fink, Sivok’un sakatlanmasıyla tekrar takıma dâhil edilse de vatandaşı Bernd Schuster tarafında henüz kendisine forma giyme şansı verilmedi.

Sixten Veit: 2001- 2002 sezonunun Zübeyir Baya’dan sonra ikinci yabancı transferiydi. Geldikten sonra sadece 3 maç oynayıp ülkesine dönen Veit, Beşiktaş’ın o dönem yabancı transfer politikası olan “deneme- yanılma” yönteminin ürünüydü. Dönemin teknik direktörü Daum ile aynı ülkenin vatandaşı olmasının da etkisiyle transferi gerçekleşen Veit, futbola “Traktor Oberbobritzsch” ve “Geologie Freiberg” takımlarında başladı. Profesyonel futbol hayatına ise Vorwärts Leipzig takımında adım attı. 1995’te Hertha Berlin takımına transfer olan Veit, 1997’de Bundesliga’ya çıktı. 2001 yılına kadar burada top koşturan Alman futbolcu, aynı yıl Beşiktaş’a transfer oldu. Ancak Daum ve kulüp arasında yaşanan sıkıntılardan dolayı rahat olmadığını öne sürerek ülkesine geri döndü. Veit, Beşiktaş formasıyla gösterdiği performansıyla olmasa da transferinin gerçekleşmesi, kulüpten ayrılması ile Beşiktaş taraftarlarının hafızasında yer edindi.

Markus Münch: “Bir Alman oyuncu nasıldır?” sorusunun en güzel cevabıdır. Profesyonel, istikrarlı, çalışkan, güçlü… 80’li yılların sonlarında, 90’lı yılların başlarında doğan her Beşiktaşlı çocuğun, Beşiktaş forması altında izleyip, hayran kalacağı ender futbolculardandı. 7 Eylül 1972 doğumlu Alman futbolcu, Türkiye sınırından içeri ayak basmadan önce sırasıyla Bayern Münih, Bayer Leverkusen, Fc Köln, Genoa takımlarında oynamış ve “ Kariyerli Topçu” sıfatı ile Türk Futbolu’na tanıtılmıştır. Sol kanattan bindirmeleri ve adrese teslim muz ortalarıyla tribünlerdeki on binlerce Beşiktaş taraftarını ayağa kaldırmayı başarmıştır. Beşiktaş’tan ayrıldıktan sonra Borussia Mönchengladbach takımında oynayan Münch, futbolu Yunanistan’ın Panathinaikos takımında sonlandırmıştır.

Oliver Schaefer: Hans Peter Brigel zamanında takıma katılan Alman oyuncuların son halkası olan Schaefer, futbol hayatına VfR Allmannsweier takımının altyapısında başladı. Daha sonra Freiburg takımı ile profesyonel hayata adım atan Alman oyuncu, 1991’de Kaiserslautern takımına transfer oldu. Aralıksız 8 sezon boyunca bu takımın formasını giydi. 8 yıl içerisinde 2. lige düşmelerine rağmen 1998’de Bundesliga şampiyonluğu yaşadılar. Kariyeri boyunca Almanya dışında oynadığı tek takım Beşiktaş’tı. Bir sezon boyunca 20 maçta Beşiktaş formasını terletti ve ertesi sezon Hannover 96 takımına transfer oldu.

Thomas Hengen: 1999 yılında takıma katılan Hengen, Schaefer’den sonra bir başka Alman oyuncuydu. Ancak gösterdiği performans onun uzun soluklu bir Beşiktaş macerası yaşamasına izin vermedi. B.Dortmund takımından transfer edilen defans oyuncusu Hengen, takıma geldiği anlardan itibaren sorunlar baş göstermeye başladı. Bilinene göre nişanlısının yanına Almanya’ya dönmek isteyen Hengen’in sözleşmesi sezonun 10. haftasına varılmadan fesh edildi. Beşiktaş’ tan ayrıldıktan sonra ki hikayesi “Türk Filmi” tadında olan Hengen’de performansıyla değil, yaşadığı ve yaşattıklarıyla hafızalarda yer edinen oyuncu sınıfına dahil oldu.

Stefan Kuntz: Beşiktaş’ta o dönem esen Alman oyuncu furyasının bir parçasıdır. Gelmeden önce Bundesliga’da iki kez gol krallığı yaşamış ve Bundesliga tarihinin en çok gol atan 6. futbolcusu olmayı başarmıştır. 1991 yılında o dönemki takımı Kaiserslautern ile şampiyonluk yaşamış ve o şampiyonluğun en önemli mimarlarından biri olmuştur. Aynı yıl Almanya’da yılın futbolcusu ödülünü almıştır. 1994 Dünya Kupası ve 1996 yılında Alman Milli Takımı ile Avrupa Şampiyonası’nda yer almış ve Almanya’nın Avrupa Şampiyonu olmasında önemli katkılarda bulunmuştur. Belki de dönemin kadro yapısı içerisinde en çok göze çarpan oyuncusu olması nedeniyle Beşiktaş taraftarlarının gönlünde yer edinmiştir. Beşiktaş’ta oynadığı süre içerisinde 9 gole imza atmıştır.

Raimond Aumann: 12 Ekim 1963 doğumlu Alman kaleci, futbol hayatına FC Augsburg takımında başladı. Daha sonra Bayern Münih’in kadrosuna dâhil olan Raimon Aumann, takımın dördüncü kalecisi durumundan iki yılda birinci kalecisi konumuna geldi. Kalede gösterdiği başarılı performansı sayesinde 1990 İtalya Dünya Kupası’nda Alman Milli Takımı’nın kalesini korumuştur. Aumann, Beşiktaş’a Bayern Münih’te 1982- 1994 yılları arasında yaşadığı 6 şampiyonluk apoletiyle geldi. Daum döneminde kadroya dâhil olan Alman kaleci, o sene yakalanan şampiyonluğa büyük katkı sağlamıştır. Bir sonra ki sezon sakatlıkların da etkisiyle gösterdiği performanstan dolayı eleştirilere maruz kalmış ve futbolu bırakmıştır.

Erhan Altıntaş-Serencebey Gazetesi Sayı: 49

Şaka Mısınız Siz?

18 Ekim 2010 Pazartesi


El insaf arkadaş! Utanmanız yok mu sizin? Porto maçına eski açık 75, yeni açık 80 TL bilet fiyatlarından satışa çıkmış. Hiç pazarlama tekniğinden, maça seyirci çekmekten, tribün desteğinin önemini filan sormaya gerek yok. Çünkü bunların zaten zerre aklınızdan geçmediğini biliyoruz. Size sorulacak tek şey biraz haysiyet, çokça şeref ve birazda utanmanızın var olup olmamasıdır. Allah ıslah etsin!!!

Herkesi kulübün içinde çalanlar, cebe para indirenler gibi sanıyorsunuz. Bu takımın taraftarı okul harçlığından, ödemesi gereken faturadan ve daha bir çok şeyden parasını arttırarak o stada geliyor haberiniz yok yada umrunuzda değil.

Kilit oyuncular yok ise...

Herkes, Trabzonspor maçından sonra Milli Takım arası ile beraber takımın toparlanıp Manisaspor maçından istediği puanla ayrılacağını düşünüyordu. Aslında öyle de olmalıydı… Maç başlarken açıklanan kadro birçok kişiyi şaşırtmamıştır. Nitekim sakat futbolcuların fazla olmasına, eldeki oyuncuların formsuzluğu eklenince kadroda düşünebileceğiniz çok fazla alternatif kalmıyor.

Aurelio-Guti- Quaresma üçlüsünün yerine Fink-Ernst-Necip ile başlayan Beşiktaş’ın, geçen yıl oynadığı gibi daha agresif, daha çok mücadele eden, daha defansif bir yapıyla sahada olması bekleniyordu. Ancak Beşiktaş’ın bu sezon alıştığı sistemde pas koordinasyonu bütün sistemin ana öğesi. Sene başından beri ayağa daha fazla isabetli pas yaparak hem rakibi yorma, hem de oyuna hâkim olma çabası mevcut. Keza Fink-Ernst-Necip üçlüsünü bu yılki sisteme adapte ettiğinizde sisteminizin en önemli noktası olan pas trafiğinin de pek sağlıklı olmayacağını öngörmeniz gerekir. Buna karşılık, Beşiktaş golü kalesinde görene kadar kısmen de olsa bu yılki sistemini sahaya yansıtmaya çalıştı. Rakip kaleye yüklendi, gol olana kadar 4 tane şut gönderdi Manisaspor kalesine. Ancak ön tarafta pas yapamayınca bu yıl alışılmış olarak sahaya çıkan ilk onbire oranla daha defansif ve mücadeleci olacağını düşündüğümüz yapı için tehlikeler baş gösterdi.

Necip’in atağa çıkarken kaybettiği top, 40 metre boş koşu yapan ve bir defans oyuncusunun yanına yaklaşmadığı Promise’ye, Simpson tarafından asist olunca maçın bütün hikayesi de değişmeye başladı. Beşiktaş, bu dakikadan sonra oyunu ileriye daha fazla yıkmaya çalıştıkça, Manisaspor defansın arkasına daha rahat adam kaçırmaya başladı. Maç beraberliğe geldikten sonra aynı durum devam etti. Pas yaparak rakibe hâkim olan Beşiktaş, bu sefer pas yapmaya çalıştıkça Manisaspor’a yollar açtı. Yapılan pas hataları sayesinde pres yapmadan top kazanıp, uzun paslarla defans arkasına adam kaçırdılar. Sahadaki oyun aslında geçen sene Mustafa Denizli’ye kızılan noktada, Denizli’nin haklı olduğunu da gözler önüne serdi. Quaresma-Guti-Aurelio olmadan Beşiktaş pas yapabilen, olgun ataklar ile kaleye gidebilen bir takım olma olgusuna sahip oyunculardan kurulu değil ve hatta beklerinin önünde ayağı çizgiye değecek tek bir oyuncusu yok. Böyle olunca da İbrahim’in ve Hilbert’in 70 metre ileri- geri koşarak defansa ya da hücuma çok fazla katkı yaptıkları tartışılabilir. Maç, her iki takımında 10 kişi kalmasıyla tekrar dengelendi. Hatta Manisaspor’un geriye yaslanmasıyla ibre Beşiktaş’a da döndü. Belki ikinci gol erken gelseydi son anda yakalanan coşku ve istekle 1 puan çıkartılabilirdi. Hatta ikinci golün geç gelmesine rağmen Nobre ve Holosko başarılı olabilse şu an beraberlikten bahsediyor olabilirdik. Gerçi daha kazanılacak çok puan var ama kaybedilebilecek çok fazla puan kalmıyor.

Beşiktaş’ta bir başarı hedefleniyorsa, başarıyı sağlayacak olanlar eksik oyuncularla beraber Manisaspor maçında sahada olanlardır. Eksik oyuncuların olması bir yana, asıl önemli sorunun Ernst dışında takımda sorumluluk alabilen başka bir oyuncunun olmaması. Belki de Fenerbahçe’nin uzun süreden beri yaşadığı Alex sendromunun başlangıcındayız. Bu takımda kilit oyuncular olmadığında gemiyi kurtaracak birilerinin çıkması gerek. Schuster’ in takıma aşılaması gereken bir şey daha varsa, o da bu olmalıdır.

Not: “Başarılı olunacaksa, eksik oyuncular ile beraber, Manisaspor maçında sahada olanlar bu başarıyı kazanacaktır” dedik. Ancak sahadaki oyuncuyu kaybetmek hiçbir şey başlamadan her şeyi bitirebilir. İkinci haftadan itibaren oyuncu ıslıklayan bir taraftar yapısına büründük. Herkesi bu kadar kolay tüketmemek gerekir. Bugün Hakan’ı ıslıklayanlar, Plzen maçına dair hafızalarını zorlasınlar, akıllarına Quaresma’nın trivelası yerine, deplasmanda Hakan’ın yaptığı kurtarışlar gelecektir.

Erhan Altıntaş- Serencebey.com

Yeni Hedef: Zarya Kaspiya

12 Ekim 2010 Salı


EHf Kupası 3. Tur rakibimiz Rusya' dan Zarya Kaspiya oldu. İlk maç deplasman, ikinci maç Süleyman Seba Spor Salonu' nda oynanacak. Turu geçtiğimiz takdirde 16 takım arasında kendimize yer bulacağız. Deplasmanda alacağımız avantajlı bir skor, burda turu daha rahat geçebilmeyi sağlar.

Not: 3. turda birinci maçlar 20-21 Kasım, rövanş mücadeleleri ise 27-28 Kasım tarihlerinde oynanacak.

'' The Answer '' Beşiktaş


Antalya Grubu’ n da ilk günün iki galibi karşı karşıyaydı. İlk günkü skorların ardından uzatmalarla Oyak Renault maçında galip gelen T. Telekom’ un daha yorgun maça çıkacağı tahmin ediliyordu. Ancak maç başladıktan sonra görünen tabloda yorgun olan taraf Beşiktaş’ tı. İlk 3 dakika sayı üretemeyip, ilk periyotun devamında da aynı performansı sürdürünce ikinci periyota 8-25 geride girdik. Bu tablonun oluşmasında ki en büyük etken aslında en büyük silahımız olan dış şut pozisyonlarının üretilememesiydi. İlk maçta Galatasaray’ ın yumuşak pota altına karşı üstünlük kurmamıza rağmen, bu sefer daha sert bir pota altıyla karşı karşıya kaldık.

İkinci periyota ise Chatman – Cüneyt değişikliğiyle başlayınca saha içinde savunmada sertliği sağladık. Önde yapılan baskı ile T. Telekom oyun kurmakta zorlandı ve zor atışlarda sayı üretememeye başladı. Bu dakikalardan itibaren üstünlüğünü sahaya yansıtan Beşiktaş, Ogilvy ile sayılar bulmaya başlayınca periyotta toplam 28 sayı ürettik. Cevher, ilk maçta sakat oynamasının etkisini bu maç sahada gördü. Daha az şut tercihinde bulundu ve daha az isabetle oynadı. İlk yarı özellikle Cevher’in ve Chatman’ ın oyuna dahil olamaması skor ve oyuna ağırlığını koyamamasına neden oldu Beşiktaş’ ın.

İkinci yarıda skor olarak öne geçen Beşiktaş, Telekom’ un yaklaşmasına hiç izin vermedi. Belki de bu maçın kazanılmasına transferi gündemde olan ‘’ The Answer’’ lakaplı Iverson’ nın havası dahi yetti. Rakiplerin oyunlarına verdiği cevaplar ile takımlarının hep maçta ayakta kalmasını, geri dönmesini sağlayan Iverson misali muhteşem bir geri dönüş ile maçı kazandı. Maçı önde bitirerek ikide iki yapıldı ve 8’ li finaller garantilendi. Bunu ligde ki iki güçlü rakibini yenerek başarması bunu daha da güzel kılıyor. Bugün son maç Oyak Renault’ la yapılacak. Rotasyonda ana oyuncuların çok fazla tercih edilmeyeceği bir maç olacaktır. Benchde oturan oyuncuların durumlarını da görmek için çok iyi bir fırsat olacak bu maç.

Burak Hoca’ yı ayrıca kutlamak gerekir. Geçen sezon yaşananlardan sonra takımın Türk rotasyonunda ki çoğu oyuncusunu kaybetmesine rağmen yeni gelenleri hızlı bir şekilde adapte etmesi, takımda geçen seneki havayı tekrar yaratması muhteşem bir olay. Özellikle Chatman ve Cevher’in katkı yapamadığı bir günde sonradan dahil olan oyuncuların sorumluluğu alması Beşiktaş adına çok önemli. Takımda ki herkes ne yapacağını, rolünün ne olduğunun farkında. Maçın yıldızı Ogilvy’ e ayrı bir parantez açmak gerekir. Bu sene takımın en önemli ismi olacağı kesin, yüksek posttan bulduğu sayılar ile takımın hücumuna ayrı bir boyut kazandırıyor. Takım geçen seneki kadrodan ne bir eksik ne bir fazla. Takıma yapılacak birkaç müdahale takımı çok daha ileriye taşır.

Erhan Altıntaş

İhtimaller ve Iverson

11 Ekim 2010 Pazartesi


Geçen yıl Beşiktaş' ın sportif başarı ve kulüp yönetimi hakkında en fazla dibe vurduğu dönemlerden biriydi. Sezon ortasında yeni bir yönetimle tekrar seçilerek yola koyuldu Yıldırım Demirören. Hatalarını telafi etmeye ilk önce yapılacak transferler ile başlaması gerektiğini biliyordu. Serdar Adalı' nın başarısı ile beraber belki de Beşiktaş tarihinin en kariyerli oyuncuları giydi formayı. Her şey süt liman oldu, başkan İnönü' ye geri döndü. Taraftar mutlu, takım iyi gidiyordu. Ancak gördüğümüzden çıkartmamız gereken bir kaç şey daha varmış.

Başkan, oluşan bu ortamı daha da sağlama alma derdinde. Bunu da yıllardan beri Beşiktaş' ta futboldan sonra, yönetilememe adına en çok tepki gören branşa Quaresma ve Guti çapında bir transfer yaparak yaratmayı düşünüyor. Hedef belli, Burak Hoca' nın da teleffuz ettiği gibi Allen Iverson ile ilgileniyoruz. Resmi teklif yapıldı, çalışmalar sürüyor. Teklif edilen paranın da 2 Milyon $ civarında olduğundan bahsediliyor. Her şey çok güzel, Iverson' ki NBA şampiyonluğu görmese bile, tarihinde çok önemli işlere imza atmış birisi. Tarzıyla, oyunuyla, hırsı ve sürekli kazanma isteği ile herkesi kendine hayran bırakan, belki de İnönü'yü her maç dolduran gençlerin %99' unun çocukken hayran olduğu yıldız. Geldiği takdirde bırakın Türkiye' yi, Avrupa' ya gelmiş en kariyerli oyunculardan biri olacak olan Iverson için sona yaklaşıldığı iki gündür ciddi şekilde telaffuz edilmekte. Ancak Burak Hoca' nın bir radyo programında '' ben alın demedim ama böyle bir girişim söz konusu'' demesi transferin bahsettiğim nitelikte, hocanın takım için aslında hiç düşünmediği tamamen yönetim kaynaklı bir transfer.

Gelirse olacaklar belli, Iverson'un gelmesiyle medya, taraftar, camia Yıldırım Demirören' e alkış tutacak. Akatlar dolacak, reklam geliri artacak. Ancak her zaman ki gibi o reklam gelirleri, futbola aktarılacak. Ancak zihniyet değişmediği sürece Iverson' un gelmesi hiçbir problemi çözmez. Iverson diğer oyuncular gibi parasını geç aldığında bırakın onlarca ayı, tek bir gün burada durmayacaktır. Sadece Iverson' a öder diğer oyuncuları unutursanız, Beşiktaş' ın sahip olduğu takım olma olgusunu yıkarsınız.

Iverson bu ülkeye adım atsa bile basketbol branşını yönetecek bilgiye sahip insanlar o yönetimde bulunmamaktadır. Transfer yapabilmek, oyuncu ve menajer ikna edebilmek çok başka bir yetenek, takım oluşturup, organizasyon idare edebilmek ve basketbolun doğrularına göre hareket edebilmek çok başka bir iştir.

Eğer Beşiktaş Kulübü' nün basketbol branşı bu işe hakim olan kişiler ile yönetilebilseydi, bugün branşın kendi geliri olan 5 Milyon $' a ellenmeden branşa aktarılır ve Iverson için ayrılan 2 Milyon $' lık ek bütçe ile toplam 7 Milyon $' lık Euroleague kalitesinde, ligi uzun yıllar domine edecek takım oluşturulurdu. Ancak Türkiye' de tek bir transferle her şeyin hakimi olabilme seviyesi mümkünse, geçen yıl olanların hepsi Quaresma ve Guti ile unutulabiliyorsa bu kulübü yöneten kişilerden bu tarz hamleleri görmek mümkün, bahsettiklerimizi yapmaları hayal oluyor.

Erhan Altıntaş- Serencebey.com

Öyle basına, böyle ........

7 Ekim 2010 Perşembe

Takım iyi yoldaydı, Beşiktaş ligin en iyi top oynayan takımlarındandı. Size ne geçen sene ki gibi malzeme vardı, ne de atıp tutabileceğiniz bir olay. Bizlerde belki alışık değildik ama sizin için bunlar huzurunuzu bozan şeylerdi. Nereye yağlanıp girecektiniz, bize atıp tutmadan. Beşiktaş, Trabzon' a yenilince avuçlarınızı avuşturmaya başladınız, yüklenmeye çalıştınız. Amip' ten oluşan beyinlerinizle, Schuster' i diğerleri gibi zannettiniz. Siz kaşındınız, bilirsiniz ki kaşınırsanız...
Kaşırız!!!


3 Ekim'i unutma vefasızlık yapma!

3 Ekim 2010 Pazar

1 yıl önce bugün Beşiktaş tribünleri son nefesini vermiştir. Ancak, o gün o tribünde yaşanılanlar her ne kadar üstü örtülemeye çalışılsa da unutulmayacaktır. Asi ruhumuz eskisinden daha sağlam bir şekilde geriye dönecektir. İşte tam da o güne kadar;

Unutma unutturma 3 ekim 2009 Beşiktaş- Denizlispor.




http://bmtb1903.blogspot.com/2009/11/temizlesene.html

http://bmtb1903.blogspot.com/2009/10/siyah-beyaz-arasnda-krmz-kedi.html

http://bmtb1903.blogspot.com/2009/10/ilk-defa-bu-mac-ust-kat-ve-alt-kat.html

http://bmtb1903.blogspot.com/2009/10/saglam-durun-basak-anlats.html