ankarada aşık olmak zor iki gözüm

30 Ocak 2010 Cumartesi

yarın şafak vakti düşlerimiz de bitecek...
geceden kuru gıdaları ve hafif yükleri yanımıza aldık. 4 saat yol aldıktan sonra rüzgarı daha az alan bir yerde konakladık. şimdi muharebe alanına birkaç saatlik uzaklıktayız. çadırlarımız yağmur alıyor. rüzgar kuzeyden ve sert. bizlerin çarıkları ince. üşüyoruz...
sabah saatlerinde birkaç saatlik uykudan sonra taaruza geçeceğiz. çetin olan mevsim koşullarının yanı sıra çetin olan düşmanı da yenmemiz söylendi bize. hepimizin gözlerinden yaş değil korku akıyor. ölmeye hazırız belki ama sevdiklerimizden ayrılmaya?...
düşman dişli. düşman cehalet, düşman para... haftalardır tahıl çorbası içen bizler için onların sefası imrendirici ve karşımızdaki en büyük kırıcı...
görün işte, yiğit muhtaç oluyor kuru soğana! bilmem çağlasam mı ağlamasam mı? dura dura bir sel oluyoruz erenler! daha da vurmasınlar artık, öldük biz...

yarına yarınlara dair ümitlerimi yastığımın altına sakladım. benim ekonomi anlayışım budur! mevzu yastık altına saklamakta değil, umutları hiç etmekte...
al birini vur ötekine, iki başkanımız var ve bizim tek diyebildiğimiz "kim gelirse gelsin adam gibi gelsin..." adamlığa öyle muhtacız ki...

şu yazı kadar kötüsü bu kalemden çıkmadı, inşallah da çıkmaz! kafada bin tilki var, söyleyebileceklerim var, söylememem gerekenler var. ve ben adamadama gibi bunları süzemiyorum maalesef, veya asikartal gibi geçemiyorum üzerinden. isyanlarım yok veya huşu içerisinde uyuttuğum düşlerim ve sivrilen dillerim... kör topal en çok da aksak...

savaş büyük yangın sarmış ve gökyüzü akıyor tepemize. gündüz bir gölge alan yok gece hafif bir ılıklık yok... yok ulan yok!
parayı veren düdüğe el uzatmış, hangisi çalsa düdüğü biliyoruz ki bu ikinci yarının başlangıcı olacak. bilenen bıçaklar para iken ve düşman sathının en önünde iken cehalet de akıncıları oynuyor bu tiyatroda.
parayla satılmış ruhlar, otellerde konaklayıp oyunu kulağına fısıldanan isme verecek olan insanlar, köylülerimiz...

kim derdini açsa şu seçim zamanlarında, derneklere dil uzatmadan geçemiyor. derneklerin mantığı kimseden farklı değil: "birlikten kuvvet doğar" bu mantık tribün gruplarında da var ki? tribün de temiz değil...

ah! duvarların dili olsa... bir duvar olsam... dibime biri çömelse, bir sigara yaksa... sonra diğeri sonra başkası... o da ne? is mi tuttum ben? hani temizdim ben?...

her insan kirlenir, bilerek isteyerek veya farkında olmadan. ama bazıları öyle kirlidir ki daha da kir tutamazlar! bilerek kirlendi, isteyerek veya farkında bile olmadı, ama demirören öyle bir kirlendi ki, dahası olamaz! işte bu yüzden yeter idi... ama bugünki mali kongre sonrası anladık ki, daha da kirlenip kirlenemeyeceğini göreceğiz ilerleyen günlerde...

demirörene dil uzatma kolay, kırdığı cevizler dağlarla yarışır da, aksu çok mu temiz sanki?... söyletmeyin beni...

yıllarca demiröreni kantarın en ağır topuzuyla hırpalaynlar şimdi onun listesinde veya gelecek planları içerisinde...

şimdi ben desem ki herkes kendi derdinde, aslında doğru yok çünkü yanlış da yok, acaba güvenilen dağlara yağan karları da, ne olduğunu bildiğimiz tepelerdeki sisleri de eritir ve dağıtır mı acaba? "there is no spoon" değil kastettiğim. daha çok "herkes aynı bokun soyu"

söylenecek çok fazla şey var da, bugün ayrı bir dert düştü şimdi akşam saatlerinde...
bu yazıya başlarken hentbol maçı başladı sebada. gidemiyorum. uzaktayım. deplasmanda dersiniz soran olursa. yemişim kongresini! midem bulanmış...

beni asıl üzen hentbola gidememek. ya da kapı ardına kapı mekanizmasıyla, bir acıyı diğeriyle bastırıyorum, bilemem...

fuzuli bir ankara yalnızlığı bendeki...
ankarada sensiz olmak zor iki gözüm, ankarada aşık olmak zor iki gözüm!...

bil ki iki gözüm, kuşlar da gider! yarına kalsın şarkılar, sen umut biriktir, ben yastığımın altındakilerle destek çıkarım sana sevdiğim! herşey çok güzel olacak demiyorum, bekleyip görelim diyorum...
bir de etimizden parça kopsun istiyorum. bir delikanlı da gelsin açık açık derdi neyse söyleyip kafamıza sıksın ve gitsin istiyorum...
ama sen dur, sen umutlarını katık et yastığının altında sakla ben gibi. sen büyüksün, ölemezsin...
sen baba parasıyla alınan oyuncak değil, sen evlada miras bırakılacak bir servetsin! gün gelir, alır başımızı gideriz hepimiz, kuşlar da gider...
sen dur kartalım, az daha sabır...

Söylesem tesiri yok..

Uzundur yazamıyorum. Ne kalem ne kağıt ne de kelimeler yetiyor hissettiklerimi aktarmaya. O kadar yoğun bir karmaşaya iteledi ki olanlar beni; ne olup biteni özetleyecek; buradan, bu sayfadan, duyuracak gücüm kaldı ne de maçta avazım çıktığı kadar bağıracak.

Siyahla beyazın ortasında kaldım. Ne gözümü karartıp siyah olabiliyorum ne de istediğim kadar beyaz.. Gri olmayı aklıma bile sokmazken ortada kalmışlığın getirdiği acizlikle grinin savunucusu olmuşum sanırım. Her şeye bir bahane bulur olmuşum farkına varmadan: yazmamaya, bağırmamaya, gitmemeye, konuşmamaya, susmamaya…

Beklediğim çare ne o konuda hiçbir fikrim yok aslında. Tek bildiğim kongrenin çare olmadığı.. Beşiktaş’ın sahibi olarak gösterilen 22000 üyenin vereceği karara ne güvenim var ne de saygım. Nedeniyse aşikar ve ben buradan bir kez daha 22000 üyenin yüzde kaçının Beşiktaşlı olduğu konusuna değinmeyeceğim bile. Herkesin bildiği bu gerçeği sanırım bir tek yıldırım demirören ve arkadaşları bilmiyor ya da bilmek istemiyor ki Beşiktaş’ı belirli bir zümreye mal etme çabası içerisine giriyorlar.

Ve bizler her zaman ki gibi susuyoruz. Merak ettiğim tek şey bu suskunluk ne zaman bitecek. Stadımız yılkınca? Yıkıldıktan sonra yerine yenisi yapılamayınca? Başka bir “semte” otobüslerle takımımızı desteklemeye gidince? Gruplar hainde tribünden sürülünce? ...

Biraz düşünsek biraz çabalasak, okusak, yazsak, konuşsak çözülür çözülmesine de bunları yapacak zamanımız mı kalmıyor geçmişle övünmekten?

Adamadama'nın söylediği gibi bu defa ah vah dememek için bir şeyler yapmak gerekmez mi?

Bir şeylerin değişmeyeceğini de biliyorum aslında, bu sitem bu yazılar boşa ama yine de sönmüyor içimdeki yangın:

Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”

Var sen düşün gerisini..

ve 31 Ocak 2010 pazar, bu defa ah vah dememek için...



Nice pazarları gördük, okuduk ve en önemlisi yaşadık onları...

O pazarların sonrası, belki de şimdiki sorunlarının başlangıcı oluyor ve ortaya bir sistem çıkıyordu...
Rüzgar nereden eserse orası gösterilecekti...
Ve bu sistemi memnun etmek adına bir kısım populistlikler yapılacaktı...
Herkes politik oynamaya başlayacaktı, bilmeyenler de en kısa zamanda ögrenecekti, ortamlar kollanacaktı, karda yürünüp iz belli edilmeyecekti...
Her soğuk pazar günlerinde ve bağışıklık sistemi zayıfladığında ortaya çıkacaklardı ve enfeksiyon yapılacaktı...
Kralın çıplak olduğunu kimse söylemeyecekti ve yeri geldiginde ne pahasına olursa olsun söyletilmeyecekti...
Herkesin deve kuşu gibi kafasını kuma gömmesi istenecekti ve herkes gömecekti, gömmeyenlerin kafası alınacaktı belki de...
Eleştirmek olmayacaktı çünkü eleştirilmeyi hazmetmek zor geliyordu...
Gerekirse muhalefet bile içeri alınacaktı, gerçi bir muhalefet yoktu ama yine de muhalefetsiz kalınacaktı...
Olmayan muhalefet içeri alınamazsa eğer büyük borç altına girilecekti ve böylece başka kimse elini taşın altına sokmayacaktı.
Olur da bu ateşten gömleği giyecek olan çıkarsa da çamur atılacaktı, tutmasa da izi kalsa yeterdi...
(Güzel ülkemde çamur atmaktan kolay ne vardı ki zaten, birşeyin sonuna cu-cü ekle işte bitti. örn. Ferrariciler, Ernstciler, Delgadocular, Bobocular, Nobreciler hatta Uğur İncemancılar ve korkarım yakında Tümerciler bile çıkabilir)


Şimdi öyle bir pazar geldiki, daha önce dedigimiz gibi cehennemden önce son çıkış...

Yeni bir pazar günü bekleniyor daha öncekilerden farklı gibi gözüken, sonucu benzer olacak gibi hissedilse de...
Ve bu pazar günü, daha önce hiç olmadığı kadar çok fazla önemli...

O kadar çok önemli ki, bizi biz yapan değerler kadar...
Baba Hakkı 1 yaşında iken ailesinin İstanbul'da Beşiktaş semtine yerleşmesi kadar,
Baba Hakkı'nın oynadıgı 439 maç kadar,
Şeref Görkey'in 16 yaşında Beşiktaş kapısından içeri attıgı adımı kadar,
Süleyman Seba'nın Şeref Bey stadında attıgı ilk gol kadar,
Süleyman Seba'nın kulüp binasından içeri girdigi ilk gün kadar,
Süleyman Seba'nın BAŞKAN seçildigi ilk gün kadar,
önemli...

bir saatin kıymetini sevgilisini ugurlamak uzere peronda oturan bilir...
bir dakikanin kıymetini ucagini kaciran bilir...
bir saniyenin kıymetini olumden son anda kurtulan bilir...
bir salisenin kıymetini gumus madalya alan bilir...
bir oyun kıymetini Vefa Küçük bilir...
bir pazar gününün kıymetini ise BEŞİKTAŞ'lı olan bilir...

Artık bu pazar gününü boşa harcamayalım, bu defa yüreğimiz burkulmasın, bari bunu yemeyelim...
Kaybetmeyelim bir pazar gününü daha...
Teller düşmüş, yere değmiş zaten, üzerine su döküp sigortalar attırmalısın.

Eski pazar günlerinde mis gibi bir banyonun sonrasında uyumak için yastıga başımızı koydugumuzdaki rahatlık gibi, 31 ocak pazar günü Akatlar'da olan herkes pazar akşamı yatağında vicdanı rahat bir şekilde uyusun...

Yok daha da, yanlış yapanın yanına yine kâr kalırsa,
ÖMER Hayyam ın dedigi gibi (''Dünyada akla değer veren yok madem, Aklı az olanın parası çok madem, Getir şu şarabı, alın aklımızı: Belki böyle beğenir bizi el alem!'') yaparız biz de herhalde...

Sevgin, güzel günlere hasret beklerken bile ayrı güzel...




Çok Sevdik Be Abi...


ah şu pazar günleri - 2

1998 yılının 29 Mart'ında yine o pazarların birisi Akatlarda...

Süleyman Seba bir ay önceki Mali Kongrede son kez aday olacağını ve oylara talip olduğunu açıklamıştı. Aralıksız 14 yıldır başkanlık görevini yürüten Süleyman Seba listesini Hasan Arat, Emin Önal, Affan Keçeci, Fahrettin Curoğlu, Cenk Koray, Murat Çelik gibi bazı isimlerle oluşturmuştu...
Süleyman Seba'nın karşısında ise Beşiktaş Değişim ve Genişleme Grubu, yeni başkan adayı olarak eski yöneticilerden İhsan Kalkavan'ı çıkarıyordu. Liste ise Nevzat Demir, Cemil Kazancı, Turgay Ciner, Zafer Yıldırım, Ahmet Hamoğlu, Behçet Ümitlen, Kenan Öner gibi bazı isimlerden oluşmuştu...
Ve O pazar akşamında Süleyman Seba yaklaşık 2500 oy ile 8. kez Beşiktaş Kulübü Başkanlığına seçiliyordu. Belkide Rahmetli Vedat Kaptan'ın dedigi gibi, Ateşten gömlek giyiyordu.





2000 yılının 26 Mart'ında yine o pazarlardan birisi Akatlarda...

Serdar Bilgili, Hasan Arat, Nevzat Demir ve Mehmet Kazancı gibi isimler başkan adayı olduklarını açıklamışlardı.
Süleyman Seba ise seçimler öncesinde ''Bir tek oyum var, o da Hasan Arat'a" demiş ve gönlünden geçen başkanı işaret etmişti...
Kongre sonucunda Serdar Bilgili 2 bin 549, Hasan Arat 2 bin 327, Nevzat Demir 762, Mehmet Kazancı ise 452 oy aldı.
En yakın rakibi Hasan Arat'a 222 oy fark atan Serdar Bilgili seçiliyordu. Listesinde ise; Hüsnü Güreli, Ahmet Hamoğlu, Mete Düren, İbrahim Altınsay, Erol Kaynar, Yıldırım Demirören gibi bazı isimler vardı.
Kongrede bir ilginç olay ise, Nevzat Demir'in oy kullandığı 6 numaralı sandıkta, kendisine hiç oy çıkmaması olmuştu.





2004 yılının 30 Mayıs'ın yine o pazarlardan birisi bu defa Abdi İpekçi'deyiz...

Bu defa Olağanüstü bir kongre...

Oy kullanma hakkına sahip 10 bin 526 üyeden, toplam 6 bin 940'ının salona gelerek oy kullandığı açıklananan kongrede Yıldırım Demirören 3 bin 272 oyla seçiliyordu. Diğer adaylardan en yakını ise 3 bin 110 oy ile Fikret Orman olmuştu.
Seçimi kazanan Yıldırım Demirören'in listesinde ise, Murat Aksu, Kıvanç Oktay, Kemal Gencer, Can Akın Çağlar, Süleyman Eren, Sinan Vardar, Reha Muhtar, Bülent Deriş, İlhan Durusoy, Kenan Öner gibi isimler vardı...
Fikret Orman’ın listesinde ise, daha önceleri yöneticilik yapmış birçok isim yer alıyordu. Ve Serdar Bilgili ile çalışan Muzaffer Nasıroğlu, Deniz Atalay, Erol Obdan, Burhan Enuştekin, Hüseyin Mican gibi isimler vardı...

Seçimi kazanan Yıldırım Demirören'in açıklamaları şöyleydi:
''Beşiktaş’ımız bir ya da birkaç kişinin arzusuna göre yönetilemez. Tüm dünyadaki Türklerin keyifle izleyeceği dünya takımı Beşiktaş’ı yaratmak idealimizdir. En acil ve en büyük projemiz, şampiyonluğu hemen gerçekleştirmektir.
Diğer branşlarda da şampiyonluk için gerekli çalışmalar yapılacaktır.
Altyapıdan A takıma oyuncu kazandıracağız. Beşiktaş’ımızın hakkını her şart ve ortamda korumak en önemli ilkemiz olacaktır.''





2007 yılının Ocak 28'inde yine o pazarlardan birisi tekrar Akatlar'dayız...

Bu defa tek 1 (yazıyla: bir) 1 adet aday, Yıldırım Demirören var!!!
2 bin 924 oydan 2 bin 491'ini alarak yeniden seçiliyordu. Yani hemen hemen şu anki mevcut yönetim oluşuyordu.



ve...
Yıl 2010...
Yine bir pazar günü...
Akatlar'dayız...


...
!!!

ah şu pazar günleri

29 Ocak 2010 Cuma

O pazarlar ki; yıkanmış önlüklerin ütü kokusu, Cenk Koray'ın Telekutusu, Bizimkiler dizisinin bitmeyen vasatlığının hükümdarlığı ve son ana bırakılmış ödevlerin karın ağrısıydı.
Yine o pazarların akşamlarında büyük bir enejinin ve coşkunun ağır ağır sönüşü olurdu...

O pazarlar ki; kaderlerini hep hava durumu belirlerdi...
Bu yüzden uyanır uyanmaz havaya bakar o günü nasıl geçirecegimizi düşünürdük. Güzel bir hava varsa dışarı çıkmak kolay olur ve birbirine dolanan uçurtmalar çözülür, mangal hazırlanır pikniklere gidilir ve bolca terlenirdi ne de olsa akşam mis gibi banyo yapılacaktı..


Çok özlediğimiz o pazarlardan artık kalmadı... Büyüdük belki de..
Şimdiki pazarların nasıl geçeceğine kendimiz karar veremiyoruz.. Hava güzel olsa da 9 aylık oynamak, pikniğe gitmek yada uçurtma uçurmak ile ilgili olmuyor olamıyor..

Çocuklugumuzda da olurdu bazen böyle, mesela; tam maça başlayacakken ya da maçın en güzel anından top patlardı ya da top bir yere kaçardı ya da mahallenin büyükleri gelir topu alırdı.
Sonrasında bazen yeni bir top alınırdı yada üzgün bir şekilde eve dönülürdü...



Kimi zaman hayatımız Beşiktaş kimi zaman da Beşiktaşımız hayat oldugundan, o pazarlarda da illa ki Beşiktaş olurdu...


O pazarlarda; yıkanmış önlüklerin ıslaklıgı gibi olurduk Dolmabahçe yollarında,
S.Seba'da darbukayı borazan olarak kullanma girişimlerine şahit olunurdu...
Ve 9 aylık oynanan, uçurtma uçurulan, Piknik yapılan pazarların sonunda oldugu gibi büyük bir enerjinin ve coşkunun ağır ağır sönüşü olurdu...

O pazarlarda; hava durumları çocuklugumuzda oldugu gibi Beşiktaş'ımızla ilgili planlarımızı da etkilerdi...
Akatlar'daki ve özellikle bir defasında Abdi İpekci'deki pazar...
Dışarda kar mı yagar yoksa yagmur mu yağar ya da güneşli bir gün mü olur bilinmez ama içerideki hava Beşiktaş'ın gelecekteki durumunu ilgilendirirdi bu bahsettigim pazar günlerinde...

Çünkü; Siyah-Beyaz Uçurtmalar, Akatlar'daki bazı pazar günleri ve özellikle en çok Abdi İpekci'deki o pazar günü tellere takıldı.
Mahallenin büyükleri en çok bu iki yerde geçirilen pazar günlerinde topları aldılar.
Toplarımız hep bu pazar günlerinde patladı ya da kayboldu...

ve şimdi yine benzer pazarlardan birisi daha geliyor ve yine Akatlar'da...

Bakalım uçurtmalarımız ne kadar tellere takılacak... Gerçi tellere takılsa da artık büyüdük herhalde, kolay kolay tellere takılmaz, koruruz var gücümüzle tutarız sıkı sıkı...
Hem büyümüşken artık mahallenin büyükleri toplarımızı da alamazlar herhalde, yani alacak olsalar da hemen vermeyiz belki...
Yanlış yapanın yanına kâr kaldığı bir anlayış içinde olmadığımızdan, hatta eski aldıkları toplarımız için bir de güzel ders veririz onlara, daha da bizim mahalleye gelemezler...

Ve olur da daha önceki pazar günleri, karda yürüyüp de izini belli etmeyenlerin izini de bulursak ne mutlu bize...
Umut işte...
Herzaman ki gibi yine umut taktık uçurtmalarımızın ucuna, uçarsa ne mutlu bize ne mutlu Beşiktaşlıyım diyene... çünkü vazgeçemiyoruz ne düşlerden ne de umudun adı olan BEŞİKTAŞ'tan!

Gidenler de Gelirler Birgün

27 Ocak 2010 Çarşamba

Gelenler varmış uzaklardan,bir köyde yaşayan,Beşiktaş'ı gazete sayfalarından başka sadece aidatlarını ödeyenler aldıysa eğer paralı decoderlarda görebilen.Bir de adam varmış onları sahip sanan ve bu yüzden uğruna secdeye yatan,geldiklerinde önüne kırmızı halı seren,5 yıldızlı otellerin en kral odalarında ağırlayan,aman sahibin ayağındaki çarıklara çamur bulaşmasın diye Pazar günü,Akatlar'da ki kongreye İstanbul'un merkezlerinden servis kaldıran.

Gidenler var birde bu sevdaya dair.Akatlar'a,Seba'ya,İnönü'ye,en ucra köşelerde ki deplasmanlara maç seçmeden,kar,kış,yağmur,çamur demeden.Beşiktaş'ı gerçek olarak,renkli basının yazdığından farklı,kendi gözüyle gören.Bu yozlaşmış sistemde azcık eline para geçtiyse kongre üyesi olabilen,her yıl aidatını harçlığından,sigara parasından,belki işe,okula giderken çift vesait gittiği yere ilk vasıtasını tabanvay olarak giderek arttırdığı parasıyla ödeyen.Gelenleri sahip bilen adam vardı ya,değersiz görmüş,yeri gelmiş saymış sövmüş mabedin en orta yerinden,dövdürtmüş beş para etmeyen çapulculara,sevdanın peşinden gidenleri.

İşte biz hep giden olduk,arkamıza bakmadan,hesapsızca,önümüzdeki Beşiktaş armasına varabilmek için.Hiç bir zaman değerimiz olmadı,Akatlar'a servisle gidebilecek kadar.Otellerde ağırlanmakta bize göre değil zaten,deplasmana giderken yanındakinin omzuna koyarsın kafanı arabanın koridorunda ''YETER'' zaten o bize.Varsın kalkmasın Akatlar'a servis,yürürüz biz o yolu ama sen seçildikten sonra Akatlar'da oynayan her takım bir darbe aldığında,biz vururuz o zaman sana darbeyi haberin olsun.

sensiz geçen günlerin ...

Metin Ali Feyyaz'ın tek bir kişi olduğunu düşünmeye başladığımız, pazar günleri herkesin banyo yaptığını sandığımız yıllarda, Şifo'nun ara pasında son vuruşu yapınca salondaki iki koltuk arasında duran vazonun kırılması ile birlikte şampiyonluğu yaşatıyor ve yaşıyorduk...
Her ne kadar terlik korkusu yüzünden şampiyonluğu doya doya yaşayamasak da...

Ev içerisinde kırmadık vazo, almadık kupa kalmayınca artık kendimizi sokaklara atıyorduk tıpkı şampiyonlar ligine katılır gibi..
Dışarda vazo kıramasak da topu iki taşın arasından her geçirişimizde kendimizi dizlerimizin üzerinden kapalıya doğru kayarken buluyorduk ve tribünlerin ismimizi haykırmasının hayali ile koşuyorduk. Rıza Kaptan'dan da muz ortalar gelince keyfimize diyecek yoktu...

Bazende radyo başında dinleyerek ya da duman altında izleyerek tırnaklar yenirdi...
Bilirdik deniz tarafını, bilirdik rakip tribünlerin sesini bastırmasını...
Ve 90+ dakikalardan sonra elimizi uzatsak değecekmişiz gibi hissederekten,
gözyaşlarımızı sevincine ve belki de en çok üzüntüsüne kataraktan,
inatla yine bayrakları ve posterleri asardık.

Ya ilk görecegimiz ana ne demeli, nasıl bir mutluluktur ki biletini elimize alınca heyacandan dizlerimizin bağı çözülür gibi olmuştu...

Kısacası, siyah-beyaz yan yana geldiği ilk günden beri biz de kimi zaman siyah kimi zaman beyaz olduk...
Kader ve Masumiyet filmlerindeki gibi;
Bekir'in Uğur'u,
Uğur'un Zagor'u sevdigi gibi sevdik...

Sonra birlikte nice organize ataklar yaptık, nice kontralara çıktık.
İlhan ile birlikte çapraz koşular yaptık, Ronaldo ile birlikte adam paylaşımı yaptık, Sivok ile birlikte içimizden saydırarak defansa döndük, Ernst ile birlikte sahada basmadık yer bırakmadık, yeri geldi seyircisiz maçlara da çıktık ama bazen hatalarımız da oldu, g.Zan'ın omzuna çıkma teklifi yapmak gibi...

Herşeye rağmen hiçbir zaman senin için muhasebe defterimiz olmadı, olamazdı da zaten.
Senden olan alacaklarımız oldu mu bilinmez muhasebe defterine yazmalık ama olduysa da onları muhasebe defterine degil de kalbimize yazdık.
Hatta büyük bir travma yaşattıran, sağ altta açılan küçük ekrandaki görüntüden sonra bile. Aşkın muhasebe defteri olmazmış, alacağın varsa da kalbine yazacaksın...


Kendime diyecek birşey bulamadıgımdan ve Beşiktaşıma laf konduramadığımdan olsa gerek zamana sataştım kendimce işte... hele bir de cevap verirse gör bak o zaman eğlenceye...

cehennemden önce son çıkış

22 Ocak 2010 Cuma

ortalık yangın yeri, pus duman kaplı. şurda sayılı gün sonra beşiktaşın yakın zamandaki seneleri belli olacak. fikir alışverişlerini kapsayan yazılar bloglarda gazetelerde dönmekte, bunun yanı sıra dost meclislerinde daha koyu sohbetlerin konuları da bu, açık sözlerle belirtiliyor.
gördüklerimiz ve göremediklerimizden sonra göreceklerimiz ve göremeyeceklerimizle ilgili, içerisinde büyük hayal kırıklıkları barındıran çok fazla söz var düne bugüne ve yarına dair. hepsini söylemek fuzuli... aynı fuzuli'nin söylediği gibi gerçi: "söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil"

seçimden sonra beşiktaşın değişeceğine ve midemizi bulandıran şeylerin düzeleceğine dair zerre ümidim yok. yine işimize gücümüze bakacağız bizler, yine karanlıklar içinde ufak aydınlığımız olacak beşiktaş. yine pankartımızı asıp; amatörlerde, hentbolda, engellide bulacağız biz masumiyeti ve yine 5 senede bir sesimizi yükseltebileceğiz necip'ler için.
fulya gibi kabuslar yükselecek, altyapı kamburu muhafaza edilecek, beşiktaşlılık duruşu gibi yapay şeylerin arkasına saklanılacak, tribün bitirilmeye ve tribüne dair kültürler kökünden kazınmaya devam edilecek... başkanın adamları kırmızı değil belki de mor atkı takacaklar bundan sonra ama başkanın her zaman adamları olacak boynumuza bıçak dayayan...
yine bize hüsran bize yine hasretler; yine kafamızı duvarlara vurdukça açacağız alnımızı...
mevcut yönetim ve seçime girecek olan yönetimler arasında fark yok! bundan daha elim ve daha vahim olarak seçime hazırlanan iki listenin de hiçbir önemi yok. seçimden sonra iki kukla oynatıcısından birisi geçecek sahneye ve seyir zevki olmayan tiyatrolarına devam edecekler. işin en kötü yanı, iki aday arasında zerre fark yok! al birini diyeceğim ama ötekine vurmak gerekecek, işte orada kantarın topuzu yine bizim bir taraflarımıza kaçacak...

genel kurulun kongrenin işlerliği ve demokrasiyle alakası bile yok. her iki aday da aynı satır içinde beşiktaşın dört ayrı sahibini belirleyebiliyor. önce deniyor ki beşiktaşın sahibi 100küsür milyon taraftardır, sonra deniyor ki beşiktaşın sahibi 1küsür milyon kongre üyesidir, sonra deniyor ki beşiktaşın sahibi 100 küsür minyon yönetim kurulu üyesidir, sonra deniyor ki beşiktaşın sahibi başkandır, sonra bir bakıyoruz beşiktaşın sahibi başkan her kimse onun babası!
beşiktaş bu kış, sandıktan tavşanı değil, babayı çıkartıyor! sahibinin kim olduğunu kimsenin bilmediği beşiktaşımızı her gören duyan sahipleniyor, kongresinden tribününe kadar. yönetim "2 kupayı unutma vefasızlık yapma" yazan pankartını açıyor, bilet dağıtıp aleyhte iş yapanın boğazını kesecek çetesini salıyor ve tribünün sahibi olmaya çalışıyor; kongreye köylüsünü sokan kongrenin sahibi oluyor; ağzına şeref beyin hakkı babanın adını alan beşiktaşın tarihine sahip olmaya çalışıyor... ne komik değil mi, biri de bunlardan dolayı utanmıyor!

ne değişecek kongrede? herkes bunun merakında! bakın, acizane, benim köyün delisi bu gece, ve taşımı atıyorum kuyuya: "hiçbir şey değişmeyecek! aynen devam..." buyrun çıkartın ey akıllılar...

çok üzgünüm, ben bugün siyahım karanlıktayım, beyaz bir kefen bulun bana, bari mekanım değişsin de şu cehennemden önce son çıkışta topraklar altında saklanayım... beni arayan olursa meleklerden, deplasmanda deyin...

Bu oyunu bozmak lazım!

19 Ocak 2010 Salı

Seçime siyaset karışmış

sistematik bir şekilde bir köy tümden kulübe üye yapılmış. eş dost neyin nesi kim olduğuna bakılmadan kulübe üye yapılmış.
fb li gsli Beşiktaşlılık'tan uzaktan yakından alakası olmayan değil stada salona maça gelmek Beşiktaş'tan bi haber kişiler kulübe üyeymiş.
blok oylar söz konusuymuş ve
Beşiktaş'ın sahibi kongre üyeleriymiş! (13bin kişi! o zaman hali hazırdaki 32binlik stada ne gerek var? 40bin değil yıkıp 15bine çeksek yeter!)

Geçenlerde semtte Deli Murat'ı gördüm. Bu mantıkla O bile Beşiktaş'ın sahibi değil, amatör branşları takip etmeyi geçtim amatörlerin altyapılarına kadar maçlara gittiği halde... Beşiktaş Delisi olduğu halde! O da günün modasına uyup önce bu haftaki maçları sorup birde üstüne konuyu kim seçilire getirdi. Kimin seçileceği konusunda yorum yapsak ne yazar.

Devran böyle dönüyor ne yazsak ne çizsek boş kamuoyu oluşturma etkisi var sadece...

Daha fazlası için bir çözüm var. Uzun vaade de çok etkili olacak bir çözüm.

Beşiktaş'ın gerçek sahipleri olan Beşiktaş taraftarı...

Kulübe üye olun! Taraftar projesi neden hayata geçmiyor? Demek ki kurulu düzen mevcut çarkın içindekilerin işine geliyor.

Bu oyun nasıl bozulur? Kulübe üye olarak. Şimdi üyelik pahalı bir iş denebilir ancak imkansız değil aslında. Beşiktaş için bir fedakarlıkla pek ala olabilir. Seneye gerekirse kapalıya kombine alınmaz paralar biriktirilir. Beşiktaş'a kongre üyesi olunur.

Beşiktaş için,
Bu oyunu bozmak gerek!



Teşekkürler Forza!

15 Ocak 2010 Cuma

Başka günde saatte yoktu zaten! şimdi ne olacak birileri internet başında ForzaTV izliyor, birileri ise salonda gerçek Beşiktaş için boğaz patlatıyor olacak... Şimdi bu olayı organize eden olsam, en azından forumda maçı görür farkına vardığım anda telefona sarılır abileri arar saatte değişiklik yapsak nasıl olur diye sorardım! Ama nerdeeee forumda başlık açılmış bir de kendileri sabitlemişler en azından onu görmeleri lazım... ne denmiş orada.... T.Sandalye: BEŞİKTAŞ - galatasaray / 16 Ocak / 15.30 / SEBA peki sonrasında TV duyurusu nasıl olmuş:Beklenen Gün Geldi Forza Tv 16 Ocak 14:00- 16:00 Yayında...


BEŞİKTAŞ BİR BÜTÜNDÜR!

Saldır ÇelikPençe!

14 Ocak 2010 Perşembe


BEŞİKTAŞ – galatasaray

16 Ocak Cumartesi 15.30 Süleyman Seba

“Her şey düşüncede başlar”

Saldır ÇelikPençe!

biraz sabır

12 Ocak 2010 Salı

"kalbimin en orta yerinde büyük bir yangın var alevler içinde!"



ikinci yarı başlarken kutunun ortasına doğru girmeye çalışan güvenlik personelinin maksadını bana bir kişi çıkıp açıklayabilir mi?
güvenlik mensuplarını oraya yönlendiren kişiler, neyin ne amaçla güvenliğini sağlamaktadır? denizlispor maçında kendi güvenlik personeliyle başarılı bir çete oluşturarak beşiktaş taraftarını beşiktaştan ve inönü stadından soğutan, çetesine maç boyunca "istifa" diyenleri dövdüren kişiler, bugün maçtan önce kendi çetelerine bedava bilet dağıtmayı unuttuklarını anlayınca mı türk polisini, "istifa" demekten başka herhangi bir eylemi bulunmayan taraftarın içerisine yönlendirmişlerdir?
kapalı tribünün alt katında yer alan ismi lazım olmayan mahallenin çocuklarına bilet dağıtarak orada örgütlediği kızıl çeteyi, denizlispor maçında sürekli olarak beyazın üzerine saldırtan çetenin yöneticileriyle emniyet güçlerimizin ne gibi bir iş birliği bulunmaktadır?
emniyet güçlerimizin, neden denizlispor maçında bizler, bu çete tarafından acımasızca linç edilirken, kızılca kıyametin ortasında alevlerle yanarken, neden ortalıkta olmadığını sorgulamıştık. bugün gördüklerimizle beraber sanırım aradığımız cevapları da bulmuş olduk.
kapalı tribünün üst kat ortasına, kutu diye tabir ettiğimiz yere emniyet mensuplarını yönlendiren kişiler uzun zamandır tribünün kalbine hançer saplayan kişilerdir. bu kişilerin ve cürum işlemek maksadıyla tahsis ettikleri çetelerinin cezalarını, yani bu terör örgütünün cezasını millet temsilinde emniyet güçlerimizin vereceğini düşünürken, emniyet güçleri de farklı bir eylemde bulunmamışlardır. güvendiğimiz dağlara değil, güvendiğimiz deliklere karlar yağmıştır, tıpkı denizlispor maçında olduğu gibi...
unutulmaması gereken şey milletin iradesinin herşeyden üstün olduğudur.
ancak üzülerek belirtmek gerekir ki, beşiktaş kongresi bağımlı ve göstermelik demokrasinin kıskacı altındadır. bir kısım oyların adresleri ve ücretleri tamamiyle belirli iken, hür ve bağımsız, beşiktaşın çıkarları için hareket eden kişilerin oyları azımsanacak sayıda kalmaktadır. bu nedenle beşiktaş kongresinde demokrasiye inanmamaktayız. beşiktaş jimnastik kulübü genel kurulu hür ve bağımsız değildir.
denetleme yapması beklenen kurullar işlevsizleştirilmiş, böylece beşiktaş borç batağına sürüklenmiş ve bundan daha elim ve daha vahim olmak üzere beşiktaş'ın itibarı zedelenmiştir.
hukuka, emniyete, demokrasiye inanmak isteyip de inanamayan bizlerin ellerindeki son kozu da milletin, yani beşiktaşlıların hür iradesidir.
kişisel olarak görüşüm, beşiktaşın kurtuluşu önümüzdeki ilk kongrede olamayacaktır (al birini vur ötekine) ancak uzun zaman sonra, millet iradesi uyanıp bu suskunluğa ve mağlubiyete son verecek, bu da kısa bir zaman içerisinde olamayacaktır!
bizler çocukluğumuzu seba'nın beşiktaşıyla geçirdik. mutlu çocuklardık, güzel rüyalarımızda tertemiz beşiktaş vardı. gençliğimiz kabuslarla dolu oldu. çocuklarımıza temiz bir beşiktaş bırakabilmek içindir çabamız, gençliğimizdeki kabusları yaşamasınlar diye, kırmızıyla lekelenen beyazları temizleyebilelim diyedir uğraşımız. ve dilimizde kartalımızın yalnızlığına dem vuran şiirler...

sadece biraz sabır, beşiktaşlıların hür iradesini toparlayıp bu kabuslardan kan ter içerisinde uyanabilmesi için biraz sabır! ama asla unutmayalım, allah'ın koyduğu yerde, kartallar daima yalnızdır!

seni karanliklara boğarlar
korkarsın kızılca kıyametlerden
bakıp bakıp uzaklara
hayallere sokulursun.
sen hep eski yerindesin biliyoruz.
hava acik oldugu zamanlar
bizi seyrediyor, seviniyorsun.
ama ne olurdu biz de
sana göründüğümüz şekilde
mabedinde huzur bulabilseydik.
atesbocekleri gibi
küçücük avucunda
yanıp yanıp sönseydik.

seneler gecip gider, doğrulursun.
bir gun olur, hepsi biter
endiseler, o cocuk uzuntun, sana yapıştırılmış lekeler
hepsi biter.
aydinlanir senin icin geceler, gunes gibi gorunursun.

biraz sabır, kartalım, biraz sabır!
ama allah'in koydugu yerde
kartallar daima yalnızdır.

* şiir için, behçet necatigil'in "yıldızlar" isimli şiirinden derlemedir.
.

ilhanı özlemek..

11 Ocak 2010 Pazartesi


Facebookta gezinirken arkadaşımın profil fotosunda gördüm resmini. tıkladım hemen sonra daldım düşüncelere; meşhuuur gençlerbirliği maçı, arkadaşın evindeyiz, 3 kişiyiz, hafif kafamız güzel (ne içtiysek artık) dışarsı soğuk inönüde soğuk. bir tek sıcak olan var o gün oda 26 numara.
gençler atıyor ilhan atıyor, gençler atıyor ilhan atıyor, gençler bir daha atıyor ilhan yine dayanamıyor. her golde üzerimde yüzlerce kilo ama yeter ki ilhan atsın diyorum ben ezilmeye razıyım.
sonra uzatmalarda gençler bir gol daha atıyor ve zamanın kuralı gereği ilhan bir tane daha atamıyor. aslında kuralına uysa yine atar bi tana ama koşarak uzaklaşmayı tercih ediyor sahadan. yorulmuş bitkin düşmüş mücadeleden ama koşuyor yinede. kameralar ona döndüğünde anlıyorum neden kaçar gibi koştuğunu... gözlerinde yağmurdan değil tamamen kendiliğinden iki damla yaşı saklıyor kendince. o gün bir kez daha anlıyorum ki 26 numaralı formanın içinden gerçek bir beşiktaşlı var...
sonrasında altına karaladım hemen bir ikis satır; " hırsını, azmini, adamlığını, Beşiktaşlılığını, 26'nın üzerinde duruşunu kısacası İlhanımı özlüyorum ulan!"diye. bir anda geldi aklıma ve aklım hükmetti parmaklarıma ona olan özlemimi dile getirmek için. Sonra durdum düşündüm acaba neden aradan yıllar geçmesine rağmen hala onu bu kadar çok özlüyorum diye? Neden onda ki hırs şimdilerde kimsede yok? neden kimse onun kadar azimli değil artık? , neden hiç kimseye yakışmıyor 26 numara ona yakıştığı kadar ve neden kimse onun kadar Beşiktaşlı değil benim canım Beşiktaşımda?



omurganızdan öpüyorum!

7 Ocak 2010 Perşembe

ey denizlerdeki süngerler, ey denizanaları, ahtapotlar, ve benzeri mahlukat, omurganızdan öpüyorum!
çekirgeler solucanlar tırtıllar ve kelebekler; midyeler, sinekler ve hamamböcekleri; sizleri de omurganızdan öpüyorum!
ey hak tealanın yarattığı yumuşakçalar, eklem bacaklılar, derisi dikenliler; öpüyorum sizleri de omurgalarınızdan!
selam olsun bizden size hey de hey!
ve türkiye basketbol federasyonu, bil cümle omurgasızlar sınıflandırılmasına tabi mahlukata selam ederken seni unutmak ne mümkün? hayvanlar aleminin senden ala omurgasızı mı var? seni de öpüyorum!

bizden ala da enayi yokmuş bunu gördük anladık, formayı değiştirmek çok da kolaymış ulan devranın has adamı galatasaray; herkes yapsın artık bundan böyle bazen tufan bazen celal, ulan alemin en zekisi galatasaray...

ve sitem etmiştik daha önceden, bjk.com.tr neden basketbol ligi puanlarının tablosundan galatasaray'ın puanını düşmedi diye birkaç hafta öncesinden; meğer varımış bi bildiği sitede o puan tablosunu koyan kişinin...

ulan..........
seni omurgandan öpüyorum türkiye basketbol federasyonu!

sen say ki

5 Ocak 2010 Salı

uzundur yazamıyorum, yazmıyoruz ve yazamıyorum; ama yok, sitem yok...
bünye yıpranıyor gitgide, gözlerin altında çizgiler, uykusuz gündüzler geceler; ömrümden büyük parçalar koparken, elimde kalem tutmaktan nasır oluşurken, kitaplara ve defterlere gömülmüş günlerdir sorular çözüp sorunlar tespit ederken; zamansızlıktan değil amansızlıktan, fırsat bulamamaktan değil, yorgunluktan yazamıyorum...
beni affet...

akatlar yolunun karanlığını yazmayı düşünürken yazamadım, güvensiz sorunları yazamadım; yazmayı boşver de, sanırım biraz soluksuz, biraz durulmuş, biraz da mahsun kaldım... dış etkenden değil, iç işlerin karmaşasından; kaderime sitemim... ve her üç nokta aslında bir sitem gösterimim...
bugün maç var akşam saatlerinde, diğer arkadaşlar aktarırlar durumu.
uzundur yazamıyor oluşun mahsunluğuyla ahmet hamdi tanpınar'ın şiirini okutmak isteğim var.

".......
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet

sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet isyan

evet kahrolmuş sayfaların arasında adın

sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı

bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam

dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam

ve ben seni sevdiğim zaman

bu şehre yağmurlar yağdı

yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
......."