gündemin mizahı ve inönü stadı

29 Aralık 2009 Salı

mehmet demirkol eylül başından beri bu konuda yazıyor çiziyor, bugün de yazmış yine. fenerbahçe varlığı müddetince sürekli itiraz edecek bir şeyler arayan bir kulüp olduğundan ötürü "hani bana hani bana" edebiyatında. federasyon kendini atarlı giderli savunma telaşında.
şehirler tartışılıyor, stadlar ve altyapılar konuşuluyor, turizm deniyor... bütün bunların gölgesinde yeni hayallerle birlikte türkiye futbol federasyonu avrupa kupası organizasyonuna adaylığa soyunuyor.
bir defa şunu bilelim: kral çıplak! federasyon istediği yere soyunsun eğilsin bükülsün bilensin, memleketin spor federasyonları fazlasıyla siyasetin içerisine gömülmüş vaziyette. mevcut hükümetin düşüncesiz atılımlarına ayak uydurma telaşesindeki federasyon ülkenin futbol kültürünü de baltalamakta.
sadece olumsuz yanlarıyla gitmeyelim, avrupa kupaları organizasyonuna adaylık bile heyecan verici. ülkenin adıymış, gelecek paraymış falan bunları geçin, para dediğimiz kimin cebine ne şekilde inecek bunu bilmek için arif olmak gereksiz, ülkenin adını düşünenler bu ülkenin adını isviçre maçında nasıl lekelediklerini önce bir düşünsünler. ancak şehirsel kalkınmalar ilk başta can yakan, adaylık planında gösterilmeyen şehirler açısından tabiki de... dün fenerbahçenin sızlanmasından sonra da şunu gördük ki, kulüpler de bu büyük pastadan nemalanma derdindeler! sömürülecek bi bu kulak deliği kalmıştı zaten...
mevcut tartışmalar bugün bakıldığında ve federasyonun bugünki açıklaması göz önüne alındığında fenerbahçe ve enfes(?) stadı üzerine yoğunlaşmış.
bir defa, fenerbahçe stadı, 2016 senesinde bile istanbulun en büyük stadı olarak kalacaksa vay halimize! gidip boğaz köprüsünden elele tutuşup atlayalım. deniz dolar da üzerimize fenerbahçeli yöneticiler atlar gerçi canlarını kurtarma telaşıyla ancak; gözlerimizi açıp şaşı bakmaktan vazgeçelim: saraçoğlu bugün istanbulun en güzel stadı değil!
bir daha yazalım da bir daha okunsun, zayıf zihinlere yerleşsin: şükrü saraçoğlu stadı istanbulun en güzel stadı değil!
bir stadı "en güzel" yapan detayları inceleyelim:
futbol oynama: inönü stadı, aslantepe, saraçoğlu
teknik ekipman: olimpiyat, inönü, sami yen, aslantepe hepsi aynıdır bu konuda,
saraçoğlu bu listeye giremez çünkü kablolar bile dayanıklı değil, gördük biliyoruz...
sporcu tesisi: bütün stadlar aynı koşullara sahip.
sporcu güvenliği: olimpiyat
maç izleme güzelliği: yok
bu listeye aslantepenin gireceğini de düşünüyorum. saracoğlu bazı kör noktaları nedeniyle (bazı yerlerden sahayı göremiyorsunuz) yanına bile yaklaşamaz. tribünün dik olmasını sahaya yakınlığını falan bir kenara koyalım, kör noktaları var. sami yen ve olimpiyat stadlarının koşu pisti var, bu nedenle seyirci sahaya uzak kalıyor. bu stadlarla birlikte inönü stadının kale arkası tribünleri dik değil kavisli, koşu pistleri düşünüldüğü için. bu da olumsuzluk aslında. ayrıca kör noktaları var.
teknik imkan: bununla ilgili olarak tek bir stadda bile en ufak bir olumlu nokta yok.
saracoğlunun ısıtma sisteminden falan bahsedilmesin, komik olur.
ulaşım: aslantepe, olimpiyat, inönü
burada kastedilen bir organizasyon olduğu zaman seyircinin güvenli ve rahat bir ulaşım sağlayabilmesi. olimpiyat stadı ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. ancak bizler evimizden çıkıp stada ulaşmayı düşünüyoruz. uefa ise ulaşımı uçakla dahi yapsan, süresini değil hangi araçları kullandığını düşünüyor. istersen şehri değiştir, istanbuldaki otelinden kalk, raylı sistemle havaalanına git, orada uçağına atla, van'a in, raylı sistemle stada ulaş. al sana ulaşım bakımından 5 yıldızlı stad. aslantepe raylı sistemi, şehre yakınlığı, çevresel koşulları vs göz önüne alındığında ulaşım bakımından istanbulun parlayan yıldızı olsa da inönü de bütün bu özellikleri barındırmakta. şehri şehir yapan, istanbulu istanbul yapan unsurlardan birisi üstelik. raylı sisteme aslantepeden daha yakın olsa bile karayolu ulaşımı bir olumsuzluk. ancak deniz ulaşımı bakımından hiç bir stadda olmayan imkan ve olanağa sahip.
saracoğlu stadı ulaşım bakımından istanbulun şu an için en kötü stadı.
konum, çevre düzenlemesi:
rahatlık olarak incelersek olimpiyat. çevresinde en ufak bir yerleşim yeri yok. sadece siz varsınız bir de siz. turizm açısından düşünürsek inönü stadı. ayrıca yakınındaki maşka parkı bulunmaz bir nimet.
taraftar açısından: inönü, samiyen
taraftarın benimseyebileceği ve rahat hareket edebileceği 2 stad var. diğerleri seyirci stadları. ancak bu mevcut stadlar nesli tükenen stadlar, tarihi eser ikisi de. çünkü beton çatı maliyetli iş. bu nedenle diğer stadların çatısı belli.
kavisli yapısı ve sahaya yakınlığı ile inönü, çatısının şekli bakımından samiyen birbiriyle yarışabilir bu klasmanda.
basın ve yayın: olimpiyat
aslantepenin durumu belirsiz. ancak basın açısından çok rahat bir stad olacağını düşünmüyorum. teknik imkanlar bakımından olası bir turnuvada her stad aynı koşullara sahip olacaktır. saracoğlunda kesilen kablolar ise bu klasmanda saracoğlu adı geçince hicivle gülmemize sebeb oluyor. olimpiyat 5 yıldız alabilirken saracoğlu eksilere düşebilir.

aklıma gelenler bu kadar.
şimdi fenerbahçe yönetimi ve taraftarı ağlıyor, daha da ağlayacak. turnuvayı kötülemeye çalışacak, ve hatta yeri geldiğinde adaylığı düşürmek için türlü sabotajlar yapacaktır. türkiye cumhuriyetinin düzenlediği bir organizasyon fenerbahçe cumhuriyetini ilgilendirmez. içerisinde fenerbahçe cumhuriyeti geçmedikçe de yapılmamalıdır, aman ha'dır.
uefa finali oynandı ama bu stadda? neden ola ki?
biz burada günümüz koşullarından ziyade 2016yı da düşünmeliyiz. günümüz koşullarında 50bin üzerinde kapasiteye sahip aslantepe yok. istanbul içerisinde olimpiyat ve saracoğlu var. olimpiyat yakın bir zamanda şampiyonlar ligi finalini üstlenmiş. geriye eldeki tek olanak saracoğlu, izmiri katmazsak tabi. hava koşullarını düşündüğünde de izmir eleniyor zaten.
yoksa aç tavuk kendini tahıl ambarında sanmasın. saracoğlu güvenlik bakımından, çevre koşulları bakımından memleketin en iyi stadı falan değil. sadece çok sayıda seyirciyi tıkıştırabileceğiniz bir stad.
gördüğüm stadlar içerisinde en rahat girilen fakat en yavaş boşalan stad olması bari birşeyler düşündürsün size.

gelelim şehirlere...
kayseri ve konya burada sırıtan şehirler. istanbula, ankaraya, izmire veya antalyaya laf edebilecek birisi çıkmaz sanırım. eskişehir ve bursa alternatifleri çok gibi görünse de stad projeleri görünmeden birşey söylemek olmaz. alternatifleri de ulaşım olarak ve şehir olarak aslında çok da fazla değil. eskişehir de kayserinin de alternatifi diyarbakır veya urfa olamaz. bir dafe şehir yönetiminin iş birliği olmalı, ileriye dönük önemli planlardan bahsediliyor en nihayetinde. iş birliğini diyarbakır belediye başkanıyla mı yapabilecek mevcut federasyon? halkın bakış açısını veya şehirdeki spor kulübünün başından geçenleri tartışmıyorum burada, şehir yönetiminin devletin resmi ve tüzel organlarına olan tutum ve bakışını hatırlatıyorum. ayrıca bu tip itiraz edilen herşeyde, herkesin diyarbakır adına ağlaması artık tadı kaçırıyor. güneydoğu denince gaziantepten bahsedilmiyor da diyarbakırdan bahsediliyor? neden? nedir bu sürekli ağlayan bebeğe emzik verme merakı?
konya ve kayserinin raylı sistem, her türlü projeye uygun coğrafi yapı, ulaşım kolaylıkları vs gibi nedenleri ortaya sunuluyor. alternatifleri var mı? çooook... ancak hangi şehir mevcut hükümete yüzde 80 oy vermiş? elbet bir ödülleri olacaktı değil mi?
yazının başında bahsettik, ülkemizde futbol yönetimi, hatta spor yönetimi tamamen siyasi çarklar içerisinde sıkışmış vaziyette. bunu idrak etmeden de kayseri ve konyaya neden iş düştüğü tartışılmasın. evet gelişmekte olan şehirler, ancak gelişimlerinin sebebi de aynı değil mi?
trabzona neden iş düşmediği tartışılmış. trabzon bu hikayede antalya veya izmirin değil eskişehirin veya bursanın bir alternatifi sanırım. evet tartışmaya açık ancak bunu da şehrin futbol kültürü üzerinden tartışmak bursaya ve eskişehire haksızlık olur, yersiz olur, yetersiz olur.
bu listedeki süpriz diyarbakır veya trabzonun olmaması değil, eskişehirin olmasıdır. siyasete bu kadar gömülmüşken eskişehirin işi ne demek mümkün. kadıköyün olmaması ise süpriz değildir, olması gerekendir.

iğneleri sapladık durduk. peki çuvaldız?
inönü stadı neden yok, beşiktaşın stadı neden yok?
ulaşım bakımından yeterli olanağa mı sahip değil? aslına bakarsanız bir tek karayolu bakımından olumsuzluk var. aslantepeye gelen raylı sistemle inönü stadına gelen raylı sistem aynı uzaklıkta. veya olimpiyat stadından raylı sistemden veya karayolu ağından çıktıktan sonra stada ulaşmanız için katedeceğiniz yolun çok daha azını inönü stadına ulaşmak için katetmektesiniz.
teknik koşullar bakımından yeterli mi değil?
teknik koşullar diyorsanız günümüzün koşullarını düşünmeniz gereksiz. çünkü günümüzün teknik koşulları 2016da zaten yetersiz kalacaktır, sürekli olarak yenilenecek olan teknik ekipmanlar için yetersizlik söz konusu bile olamaz.
turizm açısından mı yetersiz?
istanbulda çevre muhitinde bu kadar kapsamlı ve sürekli işleyen otellerin, tesislerin olduğu başka bir stad yok. otellerin ortasında kalmış bir stad için; tarihi eser niteliğinde ve memleketin en standardı yüksek tarihi eserinin dibindeki bir stad için turizmin lafını bile edemezsiniz. istanbulun turizmi boğazdır. tarihi eserleri bile boğaza göre sıralanmıştır. boğaza nazır bu stadın adını ağzınıza alacaksanız en azından turizmin lafını etmeyeceksiniz.
seyirci sayısı mı yetersiz? kayseri kadir has(32.864), bursa yeni stad (34.750), antalya yeni stad(31.500), eskişehir yeni stad(33.500), konya yeni stad(33.000). rakamlar bunlar. inönü stadından ne üstünlükleri var?
güvenlik açısından mı bir zaafiyeti var? kadıköy tartışılırken ve kadıköyün istanbul içerisinde koşul ve güvenlik bakımından samiyenden sonra en kötü stad olduğu malumumuzken...
seyirciler açısından yeterli tesis ve olanaklar mı yok? sorarlar o halde maçka parkı ne? bu tip bir organizasyon için taksimi de kabataşı da başiktaşı da dahil etmeniz çok gerçekçi olmayabilir. ancak maçka parkı gibi bir alan mevcut stadların hangisinde var? oto sanayinin karşısındaki kadir has stadında mı var?
bir tek olumsuzluğu var, inönü stadı teknik koşullar bakımından istanbulun en oluru olan 2 stadından birisi değil. başka bir şehirde olsa ne ala, ancak istanbul sınırlarında önünde aslantepe ve olimpiyat var. bu kısma çuvaldız lafıyla başlamıştık. çuvaldız işte burada: rakiplerimiz atılımlar yaparken biz uyuduk. uyumaya da devam ediyoruz...

yoruldum sıkıldım yazmaktan. sonra devam ederiz?

aman efendim kimler gelmiş...

27 Aralık 2009 Pazar

salona girdiğimizde her zamanki gibi izleyiciler, bir kısım taraftar ve orta kısımda protokoller vardı. inip pankartımızı asıp dışarda 5 dakika soluklanalım derken gruplar iştirak etmeye başladılar.
aman efendim, kimler gelmiş aman da aman...
ters hareketini gördüğü ilk sporcuya maç boyunca küfreden mi dersiniz, fenere oralardan sövüp de sesini duyurmaya çalışan mı dersiniz, pankartını alıp ip gibi sete dizilip usulca maçını seyreden mi dersiniz, önce bağırıp sonra komiklik yapıp sonra amigoluk yapıp sonra da çevreye laf atarak kendini ispatlamaya çalışan mı dersiniz, ilk yarı boyunca camın önüne oturup konfeti yapmaya çalışıp maçın son 10 dakikası içinde 3-4 posta onları havaya atıp eğlenen çocuklar mı dersiniz, yönetimden maaşları ödemesi talep edilirken bağırtmamak için uğraşan semt insanları mı dersiniz, elinde darbuka kan revan içinde yırtınan mı dersiniz, temiz yüzlü çocuklar mı istersiniz at hırsızları mı... duyan gelmiş, iyi ki de gelmiş!
daha da ilginci, zaten gelen gelmeyen herkes simaven veya eş dost bakımından tanıdık, ama sayın bülent deriş teşrif etmiş... aman da aman, sefa getirmiş!
futbol ligi tatile girince zaman ayırabildi takımımıza sayın yöneticimiz, müşerref olduk!
şaka bir yana, en büyük hayalimdir birkaç maçı bülent beyle omuz omuza izleyebilmek. "abi bak yükün ağır biliyoruz ama alma bu yükü, madem kaldıramıyorsun zaman bulamıyorsun o halde zaman ayır, madem para bulacak ağırlığın yok o zaman efendi gibi bırak da bu çocuklara paralarını ödetebilecek bir yönetici gelsin güzel abim" diyerek uzunca bir muhabbet etmek, o esnada arada bir ramazan da nasıl güzel attı, zelic çılgın abicim, uğur'u niye gönderdiniz sayın yöneticim, şu viktor'u iyi bulmuşsunuz demek, gollerde yumrukları kaldırmak isterim. ama yan tribünde bile protokolde bile göremiyoruz ki kendisini?
her neyse, gelmeyen gelmez, gelen sağlar candır ciğerdir... iyisiyle kötüsüyle, aman da aman, kimler gelmiş, iyi ki de gelmiş!
gelen gelmeyen çok da önemli değil aslında, takımımız, hentbolcularımız, candır onlar can!

İlk yarının ardından

25 Aralık 2009 Cuma

Aslında her maç öncesi ve sonrasında ayrı ayrı bir analiz yapmak daha güzel olabilirdi belki ama olmadı diyelim affımızı isteyelim, ve bundan sonrada öyle yapmaya çalışırız diyelim. Bazen birşeyleri istemek ve onu hayal etmek, onun için uğraşmak çalışmak yeterli olmuyor, tıpkı Beşiktaşımız gibi oyunun en kritik anlarında golü yiyen olabiliyoruz.. Neyse artık isyan etmenin faydası yok, yolu yok çekecesin, kaderimiz böyle...
Her zaman aklımda olan birşey yazmak ama bir türlü başlayamamıştım, belkide okumakdan yazmaya fırsat bulamadım, hazır lig de bitmişken toplu birşey olur diye aklıma geldi ve burdayım...

Geçen yılkı şampiyonlugun ardından bakalım neler yazmışız, çizmişiz, Buradalar: 1 - 2 - 3



Kısa bir nostaljinin ardından,

Sezon öncesi en olumlu hareket ilk olarak camdan olan herşeyden kurtulmak oluyordu ve sonrasında İtalya da belli bir standarta ulaşmış olan Ferrari markası ile birlikte Rıdvan Şimşek ve İsmail Köybaşı gibi genç yeteneklerin, her iki savunma kanadına transfer edilmeleri. Ki son 7-8 yılda her iki kanat için yaklaşık 30 civarında oyuncu alınmış durumda.. Aynı zamanda bu iki yakışıklı kardeşimizin Ümit Milli ve U19 takımlarında beraberde oynamış oldukları maçların olması ayrı bir güzelliktir. Üstüne birde beraberler zaten şuan duydugumuza göre tesislere falan beraber gidip geliyorlarmış..
Aynı şekilde bir okadar olumsuz hareket ise takım içi adeletin göz ardı edilmesi. Belki de sezon başındaki kayıpların başlıca sebebiydi. Sonrasında ise son olarak yapılan malüm transfer.

Yönetime rağmen şampiyon olan takımımız yeni sezona büyük maçlarda ayağa daha çok pas yapan ve bu durumu saha ölçülerinin diger stadlara göre daha büyük olmasından dolayı daha da çok avantaj haline getiren İBB ile Olimpiyatta başlamıştı. Ve sonrasında kabus gibi geçen 6 haftada.. Oyun olarak ne birşeyler yapılıyordu nede birşeyler yapma gayreti vardı.. Ama hem ligde hem de kupada şampiyon yapan bir hoca hakkında kötü şeyler düşünmekte kolay olmuyordu, ki zaten uyguladıgı ve uygulamak istedigi sistemi, oynattığı oyunu kendisi dışında hiç kimsenin anlayamadıgı için taktiksel açıdan kimse birşey söyleyemiyordu. Oyuncular da ne diyebilecegiz ki, Ekrem Dağ: Bu sefer hangi mevkide oynayacaktım lan? En iyisi solda kalayım ben. Tello: Ulan herkese zam yapıldı, Boyum kısa diye mi bana birşey yok zaten primleride alamadık? Bobo: Ben Henry degilim ki neden sol forvet oynuyorum, hoca karıştırdı galiba. Zaten ne iş anlamadım, geçen maç 18'de yokum, şimdi 11'deyim.
M. Denizli: Rüştü'yü de ilerde mi deneseydim? Ofsayttan iyi anlıyor, forvette iş yapabilir. Neyse onu da diğer maç yaparız artık.
Transferler Sorumlusu (Başkan): Antep'in hocası nereliydi?

Tribün desen; 101 yılda yıkılan direklerden sonra kalan esas direklerde son bir kaç yılda harbiden yıkılma yolunda, kendi başlatmadıgı bestelere eşlik etmeyen mi dersin, tribündeki arkadaşının üzerine yürüyen mi dersin çeşit bol..

Ve Ankaraspor'a Ümraniye'den atılan 3 güzel golle artık takım kazanmayı ögrenmiş ve yaptıgı en iyi şey olan defansif oyunlarla birlikte birşekilde sonuca gidiyordu. Üstüne birde bizler, dünyaya umutsuzluklarla bakan onca insanlar arasında hep umut taktık oltaların ucuna hatta bir çogunuda boş çekmemize rağmen vazgeçmedik ne düşlerden ne de umudun adı olan BEŞİKTAŞ'tan!



Sonrasında sadece puan olarak degil, alt sıralardan yukarıya dogru tırmanarak gelen, oyun olarak az da olsa bir çıkışı olan bir takım için aynı zamanda psikolojik olarakda bir avantaj olmaya başlıyordu.

Türkiyede portakalı soydukdan sonra, şarkısı bile tüyler ürperten Şampiyonlar Ligde ise yine bolca hesap kitap işine girmiştik, hatta o hesapları takımdan ve hocadan önce geçen yılın mayıs ayında 4. torbadan Wolfsburg gelecek diyen kişi başlatıyordu. Blogda burada da neden olmasın diye sordugumuz maçı kazanarak 1 galibiyet elde etmiştik.



Son maçta ise, 2003 yılında Chelsea maçının son dakikalarında sağ alt köşeye çıkan peruzzi yerine bu defa sağ alt köşeye açılan ekranda makus talihimizi yenişimizin resmi olsun istedik ama o Chelsea maçında spiker Güntekin Onay'ın dedigi gibi fazla hesap kitap yüzünden yine bileti kapamadık. 9 Aralık 2003 deki o sağ alt köşeyi hayatımda bir daha yaşarmıyım belli olmaz, Cska maçında dakikanın birisinde Tello nun kaçırdıgı pozisyon sonrasındaki iç dünyamı dışa vuruş nedenide hala o sağ alt köşeydi galiba (asidiktesire selamlar) ama neyseki Benaglio bir Peruzzi olmadı ve 8 Aralık 2009 da Eski Açıkdaki skorbord ekranı sağ alt köşede açılan ekran olmadı...


Ve son 3 maç, evet 3 maçada gidemedim, gidemeyip birde yenilince gidemedigine daha çok bir yanıyorsun.. İlk hafta da yapılan hataların benzerlerini yapınca zorlandık, üstüne birde yine ilk haftalarda oldugu gibi yanlış oyuncu tercihleri ve oyuna yanlış hamleler eklenince 3 haftada 7 puanı kaybettik. Ama bu 3 hafta bizlere, Nobre için hiç bir kulubün yıllık 2,5 milyon euro vermeyecegini, Tabata için hiç bir kulubün 8 milyon euro degil 2 milyon euro dahi vermeyecegini, Tello dan 10 numara yapılamayacagını, Bobo'dan sol açık olamayacagını, ilk 11 de orta saha da Uğur, Serdar, Fink ve Ekrem dörtlüsü olamayacagını, SEYİRCİNİN Beşiktaş alt yapısından yetişen oyuncuların oynatılmasına hazır olmadıgını, 6 yabancı ve 5 yerli oyuncuyu kadroya yerleştirebildikten sonra kalan yerli oyuncuların ilk 11 de yer alabilecek kalitede olmadıgını, Bobo'yu konuşurken Nobre'siz konuşamadıgımızı, daha net görmemize neden oldu...


Şimdi yeni yıla dogru girerken herzaman ki gibi yine umut taktık oltaların ucuna, çünkü vazgeçemiyoruz ne düşlerden ne de umudun adı olan BEŞİKTAŞ'tan!
İlk olarak, madem ki Halkın Takımıyız, taraftarı kendine hasım belleyen başkana halkın iradesinin önünde hiçbir gücün duramayacağını gösterelim. Kongre bizim kongremizdir. Sayın süleyman Seba'nın vasiyetlerinden birisidir, (''HER NE OLURSA OLSUN, BEŞİKTAŞ'IN TÜM KONGRELERİNE GİDİN, OYUNUZU KULLANIN.'') Beşiktaş'ın sahipsiz olmadıgını gösterin, Rengi ister siyah ister beyaz olsun, bu kongreye gidip Beşiktaş'a sahip çıkın..


neyse, şimdilik bu kadar diyelim ve klavyelerimizi istanbula çevirelim.

gerçek öyle olmaz gerçek böyle olur!

22 Aralık 2009 Salı

http://www.haber1903.com/Haber-8136-akatlar-gercegi

"............

Geçtiğimiz Pazar günü oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe bayan voleybol lig müsabakasında çıkan olaylar internet sitelerinde kulaktan dolma bilgilerle yazılıp çiziliyor. HABER1903 ekibi olarak Beşiktaş’ın tüm branşlarının karşılaşmalarını sizlere canlı anlatabilmek için bütün müsabakalara gitmeye çalışıyoruz. Pazar günüde sabahtan itibaren ekibimiz Akatlar’daydı. Çıkan olayların tamamını birebir yaşadık. Niyetimiz kimsenin avukatlığını yapmak değil.

Maç sabahı salon Müdürü Halit Taşkın her maç öncesi yaptığı gibi bu maç için Emniyet birimleriyle irtibata geçti, hatta Çevik Kuvvetten bu maça özel ekip istedi. Fakat sanırız voleybol maçı olmasından dolayı, Çevik kuvvet ekipleri salona gelmedi. Bizlerin gördüğü sadece 3-5 polis görevlisi ve kısıtlı sayıda tesis güvenlik görevlisiydi.

Maçın başlamasına 1 saat kala kalabalık bir Fenerbahçe taraftar gurubu küfürler eşliğinde salona giriş yaptı. Ve yetersiz sayıdaki güvenlik görevlileri bu gurubu deplasman takımı tribünlerine yönlendiremedi. Gelen fenerbahçe taraftarlarının astığı pankartları kaldırmak için Salon müdürü Halit Taşkın ve 3 güvenlik görevlisinin tartıştığını ve tartaklandığına bizzat şahit olduk. Sizlere Salon dışında çıkan olayları Pazar günü sitemizde resimlerle bildirmiştik.

Salonda çok az sayıda Beşiktaş taraftarına karşın 4-5 katı fazla Fenerbahçe taraftarı mevcuttu. Yetkililerin bu durum karşısında çaresiz kaldığını gözlemledik.

Burada esas sorulması gereken soru şu;

Voleybol’dan sorumlu yönetici Bülent Deriş bu maçtan önce daha evvel yapıldığı gibi Fenerbahçe kulübü taraftarlarının salona alınmayacağı konusunda anlaşmayı neden yapmamıştır??

Bülent Deriş böyle önemli bir karşılaşmada neden takımı yalnız bırakmış, neden takımın başında olmamıştır??

HABER1903
..........."

yazalım ki fenerliler salona 1 saat önce girmedi.
ben içeri 15 dk kala girdim benden 5 dk sonradır fenerlilerin girişi hatta ahmet maç başlarken geldi küfür ederek fenerlilerin girişi ondan sonra... ahmet benim koşmamı bidiğine göre...

sonra suçu polise atmaya çalışmışlar yemezler...
ne demek akatlarda 3-5 görevli var.
başka maçlarda seküritileri doldurmayı biliyorlar.
bi pankart için bile elli kere anons yapmayı. onu yaptırıyorsun bir de tribünde yanına gelip sormaları filan.
özel güvelik de çevik kuvvete bağlı değil heralde.
veya deplasman tarafının turnikelerinin açılmasını sağlamak da polisin görevi değil.

ayrıca orada kime sorduysam benchler voleybolda her sette değiştiği için sporcularla uğraşmasınlar diye salonun ortasına onları müdürün yerleştirdiği cevabını aldım.

tabi bu da bahane... deplasman yeri belirli koyarsın çepeçevre güvenliği, yaşarlar deplasmanı.

ama onların işi bize sorun çıkarmak...

yazan: wilderness

İçiniz Mi El Vermedi?



Yukardaki puan tabloları biri tbl.com,diğeri bjk.com'a ait Beko Basketbol Ligi puan durumu.Tufan görünümlü Cemal Nalga olayından dolayı Galatasaray'a bir dizi ceza gelmiş ve sonucunda Galatasaray'ın puanları silinmesi,-5 puanla devam etmesi kararı çıkmıştı.Dolayısıyla doğru puan durumu olan tbl.com'daki gibi Galatasaray'ın şu an 3 puanı mevcut.Ancak resmi siteyi güncelleyen ve haber giren bazı arkadaşların içine sinmemiş olacak ki bjk.com'da bu puan durumu tamamen ayrı durumda.

hele bir gelin...

tribün kültürünün ara geçiş evresi falan değiliz, centilmenlik örnekleriyle de dolanmıyoruz etrafta. catışmalardan sıyrılmış kişiler olarak nerde bir kargaşa olsa hemen içine dalmaktansa etrafta mağdur veya mazlum duranları koruma kollama derdine düşeriz.
amatörlerin ekipler amiri değiliz, sevda bir yerde de aşk demişiz; efendi gibi maçlarımıza gideriz. bunların çeteresini tutma veya reklamlar uğruna paralar savurma derdinde değiliz, önce beşiktaş sadece beşiktaş demişiz.
tribüne yeni sesler yeni soluklar yeni hevesler katarken geleneklere sahip çıkmaktır felsefemiz. kumaş pankarttan brandaya geçerken özür borcu olan bu insanlar beşiktaş tribünlerinin sayılı kareografilerinden birkaçına imza atmış kişilerdir.
pankartı dikip seneler sonra meyvasını toplama derdinde değiliz, sesimizin ulaştığına derdimizi anlatmaktır niyetimiz.
efendi gibi maçlarımıza gidelim, akıllı uslu takımımızı destekleyelim hakkımız yenmedikçe de apaçilik peşinde koşmayalım diye uğraşıyor olmamız, kurguladığımız ütopyada yıkımlar arasında kalacağımız manasına gelmesin.
karşımıza çıkan herkesin iyi niyetli olduğunu varsaymamız bu varsayımları teker teker çürütemeyeceğimiz manasına gelmesin.
maça girersin, kolunun altında pankart vardır. polis arar üstünü başını amenna dersin, görevidir.. pankartı aç bakalım der, açarsın, işleyiş böyledir. amirine anons eder, onay alırsa yol verir geçersin... kulübün güvenlik görevlisi gelir, pankartı açtırır. görevliymiş, görevi bu olsa gerek dersin, açarsın pankartı. amirine anons geçer, tamam denirse yol verir devam edersin...
ama memlekette kraldan çok kralcı, işten çok işgüzar vardır.
pankartı astığın yeri beğenmez, pankartın başındaysan kaldırtır, sen yoksan kendi hallenir pankarta. neden? reklam panosunu kapatıyordur, rakibi rahatsız ediyordur, altında sipariş bir yönetim bildirisi vardır vesaire... iyi niyetlidir sanarsın pekala dersin. gösterdiği yere asarsın.
veya kafasına eser gelir öylesine kurcalar, aldığı emirler doğrultusunda pankartı astırmamak adına her türlü yetki kendisinde zanneder... eyvallah dersin, gülersin, geçersin...
sonra birgün gelir, egolarını seninle tatmin etmiş olan o güvenlik, o amirler, o salon müdürleri misafir ağırlama telaşına düşerler! işte iyi niyetlerini de sen bu günlerde sorgularsın bu kişi kurum ve kuruluşların.
galatasarayın yöneticisi gelir, senin her zaman durduğun tribünden seni attırır! bunu beşiktaşın salonunda yapabilir o yönetici. boyun eğerler... hadi dersin, iyi kötü hukukumuz var, eyvallah dersin...
fenerbahçeliler gelirler, deplasman tribününden hariç, güvenlik bakımından mantığı ve izahı olmayan bir baş köşeye kurulurlar. reklam panolarının üzerine istedikleri pankartı asarlar, bu esnada sen binbir yasak altında kıvranır durursun. salonda para verip biletini alan ve efendi gibi maçını seyreden bir tek sensindir...
ama bardak dediğin bir yere kadar dolar... o eski çamlar bardak oldular diye, kıymıkları saplanmaz mı sandınız?
fenerbahçe taraftarının ve galatasaray yöneticilerinin muazzam yerlerini muazzam isteklerle muazzam bir şekilde yalayan güvenlik personeli, yöneticileri ve salon müdürleri: tükürdüklerinizi de yalayacaksınız!
hele bir gelin tribünün burasında duramazsınız diye, hele bir gelin bu pankartı asamazsınız diye, hele hele bir gelin buraya pankart asamazsınız diye... hele bir gelin, o boyun eğen, eyvallah diyen, fantastik emirlerinize pekala diyen taraftarı ne kadar çileden çıkardınız hele bir gelin de görün!
yıllarca taraftar üzerinden egolarınızı tatmin ettiniz, fenerbahçe taraftarına ve galatasaray yöneticisine boyun eğdiniz... şimdi kim kime boyun eğiyor, hele bir gelin de görün!
şu zamana kadar niyetinizden şüphe duysak bile ses etmedik, sesimizi yükseltmedik. ama sizin niyetiniz bizlere işkence çektirmekmiş, beşiktaşın akatlarda desteklenmesini elden geldiğince engellemekmiş. hiç öyle güvenlik kulüp falan diye de itiraz etmeyin! verin istifalarınızı defolun gidin! başbakan falan olun öyle tatmin edin egolarınızı! hem öyle mevkilerdeyken fenerbahçe taraftarını ve galatasaray yöneticilerini daha iyi kayırırsınız...
yakında maç var akatlarda... eldeki bütün pankartlarla gelip reklamları kapatmazsam, karşıma çıkanla en ateşlisinden kavgama girişmezsem... varsın sabıkamda yer edinsin! umrumda değil! zulmünüzden bıktım usandım!

yeşil forma her yerde aynı değil mi yoksa?

19 Aralık 2009 Cumartesi

belediye maçı öncesi ibrahim akın tribüne çağırılır. maçta ibrahim akın gol atar...
bursaspor maçı öncesi zapotocny tribüne çağırılır. maçta zapotocny gol atar...
dünyada örnekleri vardır, eski futbolcuları tribüne çağırmak, bu futbolcuların forma vermesi vs.. ama beşiktaş tribünlerinde bunun bir ayarı, dengesi, hafızası yoktur.
bugün zapo'nun formasını alan kişiye edilen küfürler wolfsburg maçında formayı alan kişiye neden edilmedi? durum mu değişikti? yeşil forma avrupada başka türkiyede başka mı yoksa?
ali tandoğan'a küfredenler ağız dolusu, şimdi beşiktaşın formasını giyen nihat kahveciye bu formanın altında da küfrederler yarın bir gün...
sonra neden bu mide bulantısı diye sor kendine... sonra neden beşiktaşlı futbolcu yok diye ağla dur... eldeki imkan belli...
yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi... seyrededur alemi hayret ile, ne bilinir kıymet, ne kıyamet... allah'a emanet, ne gelir elden.... ne sahibiz bu yerde ne kiracı, sadece bir ömürlük misafiriz biz de...

mevsimin acı gerçekleri ve ilk kar yağışı

yağmurdan ağırlaşan giysiler ve ayakkabılarla girdiğimiz tribünde parlayan bir sahayla karşılaştık ki futbolcularımız da sanırım ayaklarına top gelince bu durumu anlayabildiler. ilk dakikalarda sanki yağmur yağmamış, top ve saha ağırlaşmamış gibi davranan takımımıza hızlı bir atakta o yapışkan topu kanattan taşımayı becerebilen hızlı bir oyuncu rakibin gölünü hazırladı.
tribünden göründüğü kadarıyla maçın en kritik adamı hakemdi. dengesiz bir oyun sergiletip kartlarda ve faullerde bir ayar veremedi kendisine.
seba'nın beşiktaşı gibi, yağmuru çamuru da, hakemi federasyonu da yenebilecek takımları özledik. bir gölgesini gördük, ikinci yarı yağmur durunca zemin normale dönünce beşiktaş aldı sazı eline ancak 2-1den sonra geriye yaslanıp rakibi bekleme huyunu yine sergiledi. böyle gelmiş böyle gidiyor, ama karşına akıllı bir rakip çıkınca, fink dengesiz bir şekilde kart yiyince, ferrari ve rüştü sakata çıkınca da öyle kolay goller yeniyor ki...

tribün artık rahatsız edecek kadar mide bulandırıcı. maçtan önce tribünlere çağırılan zapo veya yıllarca terini akıtmış ali tribünden küfür işitebiliyor. onu da geçtim, nihat ve rüştü bazılarına ne soktuysa, bu kişiler hala çıkartamıyorlar. ben rakiplerimizin, takımımıza, hocamıza ve bize bu kadar küfür ettiklerini düşünmüyorum. beşiktaşın en büyük tehdidi bütün olmayı beceremeyen seyirci kitlesi, ve bu kitlenin bir araya gelince taraftarı susturabilmesi. şuursuz ve bilinçsiz bir şekilde sürekli nihata küfredenlere bir gün feci şeyler yaparım ama adli kaydımı temiz tutma uğraşındayım.
takım oynamadı bu akşam, hava bozuktu soğuktu bu akşam, bursa iyiydi bu akşam, ama benim en çok sinirimi bozan beşiktaş tribünlerine doluşan insan suretleri. ağızlarının bolluğu kadar kendi akrabaları görsünler bu şahısların dillendirdiklerini! başka da bedduam yoktur... hepsi nihatımız gibi sahaya insinler bir gün, suratlarına suratlarına küfredelim nihatımızla beraber...

şundan daha acısı var mı, rakiplerimiz bizim takımımıza bizim kadar küfretmiyor!
artık midem bulanıyor, artık utanıyorum bu insanlarla aynı tribünde olmaktan... zihniyetsizlik aşmış da taşıyor...
neden yeter demirören dendiği daha net anlaşılıyor, neden süleyman seba'nın özlendiği daha net anlaşılıyor...
demirören ne seba kadar amatör ruhlu ve yürekli, ne de bilgili kadar zeki ve değişim yanlısı. kendisi bile ne yaptığını bilemiyor, ve onun kirlettiği beşiktaşla kendilerini özdeşleştirenler iğrenç bir tribünü oluşturuyorlar...

çok feci midem bulanıyor! işte bunlar mevsimin acı gerçekleri...

ve mevsimin ilk karı; mutlu insanlar, temiz dostlar ve temiz yüzlü nine suretlilerle yürünen bir yolda elindeki sigarayı içine çekerken karşılayınca seni; mazide kalan güzel bir hatıran aklına gelince, burnunu sızlatıyor insanın hele beşiktaş da yenilmişse...
"karda, uzun, yürüsem şöyle..." demek; ve akabinde karda, uzun, yürümek şöyle; birazcık daha dağladı beni... birazcık daha ağlattı beni...
kar güzel şey, beyaz, masum, ayaz öncesi sıcaklık, donmak öncesi son açıklık... kar dediğin güzel şey, hele ki doğuda doğup anadoluda büyümüş adama, hele ki diz boyu kar yağınca "okullar tatil mi" diye kurcalayan çocuğa, hele ki aklına sevdiği gelince şimdiki gibi, gözleri dolan adama; hele ki düşleri beyaz olana; hele ki ayrılığı siyah kalana; hele ki bir yangın ortasında bir nefeslik ara çalana... kar güzel şey, göğün nimeti, havanın namussuzluktan önce son bir rahatlık verişi... kar güzel birşey, kardeşine sarılıp da gözleri dolan adama... kardeşini özleyen adama, kar güzel birşey...
beşiktaş güzel şey, yenmesi de güzel, yenilmesi de... mutlu insanlar, temiz dostlar, nine suretlilerle yürüdüğün yolda karşılaştığın kar tanelerine gözün takılmışken o sigarayı ciğerlerine daha feci işleten şey...
kalpde parmak izi var, karlı yollarda ayak izi, yağmurlu bir günde mağlubiyeti var onun, bir çocuğun tebessümünde zaferleri var...

resmi site ve kopyala yapıştır

18 Aralık 2009 Cuma



BJKbloglar.com büyük bir boşluğu doldurmuş oldu. Böylece artık Beşiktaş bloglarını anlık olarak takip edebilme imkanımız var. Ama resmi siteye girip bakılabilmesi mümkün olan maç haberlerinde noktasına virgülüne dokunmadan, sadece kopyala yapıştır işlemiyle yazılan yazılar ne fayda sağlıyor bilemiyorum. Özellikle maç haberlerinde bunları görüyoruz.

Bunu yapan sadece bazı bloglar değil birde haber siteleri var. Mesela haber1903te maç programı... direk resmi siteden alınmış...

halbuki hata var.

cumartesi hentbol maçımız kendi salonumuzda 17.30'da
pazar voleybol bayanlar derbisinin saati ise 13.30'da, 13.00 değil...

1 kişi dahi hata ile hentbol maçına giderim diye kartala yakacıka giderse vebali bu hataları yapanlarındır.

resmi sitenin cumayı mütakip yayınlayabildiği haftasonu programını beklemek yerine...

voleybol.org.tr
tbl.org.tr
besf.org.tr
thf.gov.tr

adreslerine girerek bütün haftanın programına hafta başında ulaşabilirsiniz.



**resmi sitemizde yukarıda yazdığımız şekilde program düzeltildi.

tasarım hakkında

bugün itibariyle blogumuzun tasarımı değişmiş bulunmaktadır.
siyah geri fon ve göz yoran, yazı okutmayan tasarımı hazır almıştık. bunu ise bir hayli uğraşıp uyarladık, derledik, toparladık; bi çok yerini baştan yazdık, pixel pixel oynayıp bu haline getirdik.
dizaynlar, tasarımlar gibi sanatsal işler kovalainen tarafından yürütüldü. asidiktesir bu projede derleme, html işlerine bulaşma, ve ince ayarlarda görev aldı. artık derleme denemez, çünkü bayağı yeriyle oynadık, iş sadece resimleri değiştir yerleşimi ayarla ile kalmadı. daha sonradan da rahat kullanabileceğimiz bir hale getirdik kendi açımızdan.
eski tasarım siyah geri fonda beyaz yazılar şeklindeydi. şimdi elimizde iki dizayn var, birisi gri diğeri beyaz şeklinde. sıkıldıkça arada geçiş yapıp dururuz artık. bir de öğrendik ki neyin nasıl değişeceğini, artık suyunu çıkarırız. yani bir sonraki blogu ziyaret edişinizde herşey değişmiş olabilir.
geniş ekran kullananlar bazı sorunlarla karşılaşabilmekteler. dinamik bir yapı katamadık maalesef. ama 4-3 ekranlarda başarılı sonuçlar aldık.
bannerlar yenilendi ve çok da hoş oldu. daha kolay okunabilir, göze daha hoş gelen, ılımlı bir hale getirdik anlayacağınız.
yazılar devam edecek ve eminim ki bundan böyle ben ve diğer arkadaşlar için yazmak daha eğlenceli bir hale gelecek....
emeği geçenlere teşekkür ediyorum!
güle güle kullanalım...

not: gözünüze takılan veya "şöyle olsa daha güzel olurmuş" dediğiniz yerleri, detayları veya tercihlerinizi bu yazının altına yorum olarak yazarsanız fazlasıyla kaale alırız, süpheniz olmasın.

branda

15 Aralık 2009 Salı

tribünün bir kültürü vardır. türkiyede nasıldır, dünyada nasıldır bilemem ancak beşiktaş tribünlerinin bir kültürü vardır. biz gençlerin gördüğü öğrendiği de büyüklerimizden kalan miraslardır. yaşatmaya çalışsak da gayrı ihtiyarı, şartlara koşullara ve eldeki imkanlara göre değişiyor bu. değişimin çok fazla etkeni var, sosyal ve ekonomik etkenler tabiki de fazla.
tribüne gelen kişilerin profili, yapısı, beklentisi ekonomik etkenlerle değişiyor. bununla ilgili fikirlere az da olsa daha önceden değinmiştik. artık para satın alıyor, endüstriyel futbol tiyatrosu uyarınca, düdüğü cebteki paralar çalıyor. beşiktaşın fitbolu artık "iki gelsin iki s.kicem böyle işi" tezahuratı söylenmeden desteklenmiyor, futbol çeşitli değişkenleriyle önümüzde akıp gidiyor, fitboldan uzaklaşıyor. diğer branşlardaki yeni uygulanmaya konan biletli sistemin olumlu etkisi artık maçların tarihleri ve saatleri daha önceden belli. ancak bahis oyunları kapsamına giren bu branşlarda kontrol mekanizmasına tam güven duyulmaması tedirgin edici. gelen seyirci ise maalesef aile yakınlarından oluşmakta. taraftarlık bu branşlara çok nadir yansıyabiliyor. yine de iki güruh arasındaki saygı ve anlayış da görülmeye değer.
tribün kültürünün bir diğer parçası pankart kültürü. direk öğrenmesek de bu sanatı, kendimizin çizdiği boyadığı ve tinere müptela olduğu pankartlar var. bu işin hocalarının pankartları esas beşiktaş tribünlerini pankart kültürü hususunda dünyanın önde gelenlerinden yapan. nabza göre şerbeti veren, mizahı seven, sanatı koruyan, düşünen ve hitap edebilen pankartlar bu kültürün parçası ve gururu. bir diğer kısım ise sürekli pankartlarla devamlılık ve alışkanlık kazandıranlar. sabırla inatla ve uğraşarak bu pankartları taşıyanlardan da bu kültürü görüyoruz öğreniyoruz.
pankart namustur lafıyla başlar sahiplenme ve kabullenme. emek vardır onun üzerinde, insanca bir hitabet vardır ve verilen desteğin kumaşa beze yansımasıdır. tribünün dili tezahurattır, kalemi pankarttır.
dedik elimize bir kalem alıp işin ucundan tutalım, bizler de yazalım gördüğümüz öğrendiğimiz kültür uyarınca. başladık işte böyle maceraya. arma dedik, aşk dedik... hala soruyorlar deli miyiz diye, olmamız mı lazım illa? olmamız gerekiyorsa olalım?... başımızla beraber!
academy pankartının sahiplerinden olan ustanın üstadın bir tespiti vardır: teller kalktığından beri insanlar pankartların üzerine basmakta, zarar vermekteler.
artık pankartlar için en büyük tehdit hava koşulları değil, insanlar, taraftarlar. emeği kendileri vermediklerinden bir ihtimal, belki de bu kültürü öğrenmediklerinden ve yaşatmak gibi bir gayretleri bulunmadığından; taraftarlar pankartlar için en büyük tehdidi oluşturmaktalar. çalanlar bir yana, tribünde asılı pankartın üzerine basarak onu yırtanlar az uz sayıda değiller. ben branda pankartı yırtan insan dışı varlıklar gördüm, ne diyorsunuz...
bez pankartla başladığımız bu kültür elçiliğinde, bu öğrencilik sürecinde; kendimizce düşündük ve bizler de taşındık!
üzülerek gördük ki, inönü stadına kumaş pankart asmak çok tehlikeli. bu nedenle brandaya geçtik. yalnız o amatör ve öğrenimi devam eden çocukların eseri olan eski tarz pankartımızın aynısını, eldeki teknoloji imkanlarıyla bir brandanın üzerine işledik. herşeyi bize özgün, herşeyi beşiktaş için olan branda pankartımız bundan böyle futbol tribünlerinin eskiden kalma ve yeniye uzanan kültüründe; bu acemi öğrencilerin bayrağı, namusu olacak.
bez pankartlarımız ise taraftarın taraf olduğu ve tribün kültürünü bildiği amatör branşlara saklanacak. o pankartlar bizim gözdemiz, bizim ilk göz ağrılarımız; onları gözdemiz olan amatörlerde taşıyacağız...

bu işlere başlarken, bu kültürün eğitiminde ilk okuduğumuz ve yazdığımız şu idi:
"şimdi yeni şeyler söylemek lazım"
yeni bir solukla, bez pankartı brandanın üzerine işledik daha az hasar alsın diye... umarım bu yeni soluğumuz, yeni nefesimiz yadırganmaz kınanmaz... bizi de anlayın? hatalarımızla sevin?

bu kültürün hocalarına eğitimcilerine saygılarımızla...

Başkalarına neredesin derken....

14 Aralık 2009 Pazartesi

Yöneticiler salona gelmiyor diyoruz. Hani kapalı da 100.yılda bir pankart vardı kapalıda "Yönetim, futbolcu, taraftar el ele... Hep beraber zafere..." tahminimce yönetim menşeli bir pankarttır. Bu 3lüye dayanıyorsa iş, gözlemlediğimiz kadarıyla... Bizde bunun yönetim ayağı futbol takımımız ve basketbol takımlarımız haricinde diğer tüm branşlarda eksik kalıyor.


Salonda takımının arkasında yönetici bulmak oldukça güç... Basketbolda yöneticimiz gelir dedik ama bunu başkan olarak sakın almayın sorumlu yöneticiyi maçta görürüz. Durum diğerlerinde ise hemen bugün okuduğum gazetede gs başkanı dünkü basketbol takımının maçındaymış. Keza fb başkanının tüm branşlarda maçlara gittiğine şahit olunmuştur.

Düşünün artık onlarda oynayan oyuncunun motivasyonunu...

Bizde ise mevcut başkan en son akatlara sebaya ne zaman uğradı orası meçhul.

Birde bir organizasyon eksikliği olduğunu düşünüyorum. Bir alt yazıda asidiktesir değinmiş son maçta hentboldan sorumlu yöneticinin salonda olmadığına... Malumunuz üzere bizde aynı yönetici hem staddaki güvenlik toplantısından o gün futbol müsabakasında Beşiktaş JK adına temsile yetkili kişi konumunda olurda aynı anda diğer 4 branşın birden yöneticisi olursa, her yerde olması için kendisini kopyalaması gerekir. Ancak bu durumda da vaziyet böyle ve gerektiği gibi ilgilenmenin mümkün olmayacağı aşikar iken daha en başında böyle bir sorumluluk altına girmemek gerektiği de düşünülmesi gerekir. Mesela eşgüdüm toplantılarına bu kadar sorumluluk altında olmayan başka bir yönetici katılabilir...

Tabi bunları yazdıktan sonra başlığa geri dönelim,
amatör branşlarda taraftar yok. olsada maç seçerek derbiye filan geliyor. yöneticilere neredesin diyoruz ama en başta olması gereken yolcu değil hancı olan taraftar takımının yanında değil...
Yazıyoruz duyurmaya çalışıyoruz elden geldiğince ama bir yere kadar kimseyi de ensesine yapışıp maça götürecek halimiz yok. Birde hani istanbul içinde rakiplerimizin maçlarını tv de filan görüpte aynı salonda biz bir elin parmakları kadar bile değilken, aynı ayarda aynı saatlerde aynı salondaki bir maçta salonu doldurmaları insanı üzüyor.
Her daim ArmaAşkına branş ayırt etmeden maçlara gelen "kadrolu(!)" taraftarlar müstesnadır.

ah! benim hırsızlık hikayem...

gecenin bir yarısı, uykumdan uyanıyorum, kabusumda evde sevdiğim insanla oturmuşken eve hırsız giriyor. takip edince bu hırsızın erkan can olduğunu görüyorum... muazzam bir kabus. kabusta da olsa erkan can ile karşılaşmak çok ilginç...
ilk yorumumuz futbola olsun:
beşiktaş bana zevk veriyor! yenilse de, yenemese de bu oyun bana zevk veriyor. körü körüne "her ne olursa olsun" zihniyetiyle galibiyeti veya kolay parayı isteyen nesil merhum reisi cumhurumuzun adıyla anılıyor: özal
ben bu kuşağa girmeyi reddediyorum aslında. beşiktaş da bu misal biraz, gerekirse yenmesin, çünkü iyi oynadığı halde yenememek benim lugatımda var. ha sonunda kupa vermesinler, istemez; sadece beşiktaş iyi oynasın! altyapıdan birileri gelsin, formayı çok isteyip başaranlar ve önceliği para olmayanlar giysin. efendi topçular hayal etmek çok mu uzak? bu rüyama da girsene erkan baba?
zeki demirkubuz filmlerinin eleştirmeni gibi sürekli fatalizm lafları edecek değilim, kadere razı gelsem de, gönlümden geçenler de var. bu da o misal...
keşke diyorum, denizli'nin beşiktaş başındaki onuncu senesini görebilsek... ah ulan kader, nerden nasıl geleceğini biliyorum...

ikinci yorum hentbolla ilgili olsun:
pankartımızı atkımızı aldık ve gittik. az sayıdaki kişi aslında seba için fazla sayıdaki kişiydi, ama istanbul içinden bir rakip gelince deplasmanı yaşıyoruz, daha doğrusu yaşatılıyoruz. bağırsak sus deniyor, kendi salonumuzdan kovulan biz oluyoruz. maçtan sonra olaylar yansımamıştır muhtemelen; ama kafasına taş yediği halde metanetini koruyan ve orda bir toplu lince yelken açmayan büyükleri de dostları da, yani canları, seviyorum... birliktelik güzel... olayların o noktaya gelmesi tartışmaya açık, ama her muhabir kendi göstermek istediğini gösterir. dilediğini dilediği gibi görmek isteyenler buyursunlar maçlara.
hentbol takımının yeri her zaman ayrıdır. onların yenilgisini kabullenemem. abi gibidirler, dost gibidirler... şu tribünden bir çok kişi gördüm tanıdım ama onlar gibi beşiktaşa sahip çıkan ve beşiktaş için uğraşan didinen görmedim... varolsunlar! kutsal forma orda, gidip şahit olmak lazım.
zaten ben şahsen, hentbol maçına gitmeyip inönüde biten tipleri yeterli göremiyorum, kendimce böyle bir level meselesi icat etmişim işte; hatasız da kul olmaz, hatalarımla sevin beni?

maç esnasında rakip takımın bir oyuncusu yerde yatan sporcuları için sahaya çemkirip "adam gibi oynayın" diyerek rakibini tehdit eden taraftara yönelik olarak "susturun ya şunları" diyorsa, o adam herşeyi hakeder.
ha sonra birisi geliyor eskiden bizim sporcumuz olduğunu söylüyor; bir başkası geliyor ki sevdiğim bir insandır bu son ulak, diyor ki sağlam beşiktaşlıymış, kongre üyesiymiş. ben işte burda ampulu yakıyorum. sahada bir sporcu var, eskiden beşiktaşta oynamış, şimdi de kongre üyesi mi? sporcuların kongre üyesi olabilmesi kadar iğrenç birşey yok. bu beşiktaşın sporcusu olsun veya olmasın.
hani deniyor, yönetimi kongre belirler, tribün değil saha değil. e sahada olması gereken adamın kongrede ne işi var? bu kadar mı sağlıksız kongre üyeliği? veya bizim susmamızı tembihleyen insanların ellerindeki en büyük yalan bu mu?
e gelip "bu adam yöneticimiz" deseydiniz? yok gerçi, o zaman daha bi celallenebilirdi ortalık...

yenmen de yenilmen de güzel beşiktaş...
sen erkan can'ın başrolünü oynadığı, süpriz sonlu, güzel müzikli ve içinde aşk barındıran bir kabus gibisin... rol sende, sanat sende, aşk sende, pus sende, hayal sende... ah benim hırsızlık hikayem, kabuslarım gibi severim seni, benim en güzel çocukça rüyam...

not: blogun içine ben ettim. eski güzel tasarımdan eser yok şimdi. az sabır, direnin, halledeceğiz! html bilen personel arıyoruz fellik fellik, siz direnin, sabredin...

zoruma gidiyor yaşamamız, insanlık yitip gitmişken

9 Aralık 2009 Çarşamba

yaratan ve bağışlayan hak teala, günahlarını affetsin, mekanını cennet etsin.
söze rahmet ve saygıyla anarak başlayalım. yine aralık ayı geldi, yine tribün şehitlerimizden biri hakkında kısa bir süre düşünme zamanı.
uzun meseleler var hala tartışılması gereken. güvenlik sorunlarıyla renklerin çatışmasıyla ve rekabetin sınırlarıyla ilgili. uzun meseleler var memlekette hukukla ilgili tartışılması gereken. ancak haddimize düşmez.
ancak kişisel olarak canımı yakan birşeyden bahsetme hakkım da kendimde mahfuzdur sanırım? her zanlı, suçu ispat edilene kadar masumdur ancak zan altında kalan kişi aklanmadığı veya yargılanmadığı sürece yasal koşullarda olmasa da insanların gözünde tam bir masumiyete kavuşamaz. buradan hareketle, mühendis oktayın katilleri arasında gösterilen bir kişinin galatasaray tribününün önde gelenlerinden birisi olması ve hatta bunla da kalmayıp çoğu maçta galatasaraydan ziyade kendisiyle ilgili tezahuratların tribünce söylenmesi, yani bu derece sempati ve bağlılık kazanması insanı hayattan soğutuyor.
godzillalar mı basacak,mesih mi görünecek, marduk mu gelecek, buzullar mı eriyecek; artık ne olacaksa olsun! soyumuz da varlığımız da temizlensin şu gezegenden, kökümüz kurusun... içimde hümanizmin zerresi kalmadı zira.
insanlık dışı hareketleriyle ilgili zan henüz ortadan kalkamamış kişiler bir tribünü yönetebiliyorlarsa, yazıklar olsun!

yasaklayıcı zihniyet

stadda grup pankartlarını yasaklayan yönetimin tez zamanda bedava dağıttığı biletlere ve sponsorlara verilen biletlere son vermesini umut ediyoruz.
evet grup pankartları tribün kültürünü baltalıyordu. beşiktaş için söz ifade içeren pankartlar gitgide kayboluyor, bu grup pankartları yüzünden kendine tribünde yer bulamıyordu.
yönetimi daha önce de bu icraatından ötürü kutlamıştık buradan kendimizce.
şimdi bir diğer talebimiz var:
bedava biletlere ve sponsor biletlerine son verilsin.
gruplara verilen bedava biletler tribünde taraftarın güvenliğini tehlikeye düşürmekte. bunun en güzel örneğini bu sene oynanan denizli maçında gördük yaşadık anlattık. yine bu dağıtılan biletlerin karaborsaya can verdiğinin de farkındayız herkes gibi. diğer kulüplerden daha az sayıda biletin veriliyor oluşu bir mazeret değildir bunu da farkedelim bir an evvel.
sponsor biletleri maddi anlamda büyük katkı sağlıyor olabilir, ancak şunun da farkına varmak gerekir ki bu biletleri tribünün kalbinden vermek tribünün kalbine hançer sağlamak oluyor. kapalı üst tribünde koltuğunu arayan insanlar var. evet doğrusunu yapıyorlar ancak madem koltuğumuza oturacağız, o halde kombinelerimizi de istediğimiz koltuktan alabilelim değil mi? sen sene başından sırayla sat kombineleri, ondan sonra da herkes koltuğuna otursun dersen bunun adı haksızlık olur.
firmalar beşiktaşa maddi anlamda destek oluyorlardır, ancak manevi anlamda zarar verebiliyorlar. cska maçında kutunun 5 metre sağına ses gelmiyordu çünkü sesi iletebilecek kısımlar alakasız insanlarla, elinde spornsor bileti bulunan insanlarla işgal edilmiş vaziyetteydi.
bomboş eski açık tribünden verin bileti, veya eski açığı tamamlayın bu biletle. senelerce cefa çekip kapalı tribünde eziyet çekerek beşiktaşı destekleyen insanların edindikleri hakları ellerinden almayın milyon dolarlar verseler de...
herşeyin adabında güzel? doğru muyum?

En Büyük Beşiktaşlı

8 Aralık 2009 Salı

ulu önderimiz hakkındaki aslında bizim takımı tutardı aslında şu takımı tutardı iddialarına son zamanlarda galatasaray lisesi yetkililerinin açıklamalarının da katılması üzerine mehmet demirkol bugünki milliyet gazetesindeki yazısında bu konudaki fikirlerine yer vermiş:

"...........
Atatürk takım tutmazdı
Atatürk’ün Galatasaray Lisesi’ni, Fenerbahçe ve Beşiktaş Kulüpleri’ni ziyaret etmesi, Kızılay’ı ziyaret etmesinden farklı değildir. Vefa Lisesi için “Vefalılık Türklük şiarındandır” dediği de rivayet edilir. Vefasporlu mudur?
Bunları artık bırakalım. Rica ediyorum.
Her kulüp kendisini tuttuğunu iddia ettikçe durumun ne hale geldiğinin farkında mısınız?
En yakınınızdaki tarihçiye sorun. Ben her gördüğümde sorarım. Aldığımı cevap hep aynıdır.
Atatürk’ün futbolla ilgilendiğine dairi bir bulgu yoktur.
Niyet iyi olsa da, Atatürk’ü bu tip bir yalan dünyasının içine çekmek iyi değildir.
..........."

Gazi'yi tanımanın onun öğretilerini, fikirlerini, düşünce biçimini anlayabilmek olduğunu bilmemiz gerekmekte. yakın bir zaman önce can dündar'ın düzenlediği belgesel akabinde gelen tepkiler gibi, yıllardır yaşanan bu tartışmalar da onun fikirlerini ve öğretilerini değil, onun naciz bedenini sahiplenme telaşını sergilemekte.
blogumuzun bir diğer yazarı wilderness'ın 10 kasım günü yayınladığı yazı esasında fazlasıyla kritik bir noktayı işaretliyor, görmek isteyebilene, 10 kasımlar anıtkabir ziyaret günleri değildir. 10 kasımlar atatürk'ü anma günleridir. dolmabahçede de olur bu, doğduğu evde de, ama en güzel en samimi, Nutuk kitabının başındayken olur bu.
şimdi yeni bir noktaya da ben parmak basmak istiyorum, mehmet demirkol'un aktardığı yerden devam etmek niyetindeyim:
"atatürk trabzonsporluydu, atatürk mersin idman yurdunu desteklerdi, atatürkün kalbi mecidiyeköy spor klubü için çarpardı, atatürk ankaranın bağrındaki mke ankaragücü maçlarını hiç kaçırmazdı!"
şöyleydi böyleydi diyorsak aslında fazlasıyla yanılıyoruz, farkında mıyız bunun? Atatürk'ün herhangi bir futbol takımını destekleyeceğini düşünmüyorum. belki sporun farklı branşlarıyla ilgileniyorsa bile bunu menşei o zamanlar mahalleler, semtler, yabancı okulları, uzak ülkeler ve-veya çok farklı zihniyetler olan kulüplere taraftar olarak yapacağına inanmıyorum; hele ki o yıllarda bütün sportif faaliyetleri ülke içerisinde sürdürme görevini üstlenmiş ordu'ya ait spor takımları varken.
inanabiliyor musunuz ileri görüşlülüğünü örnek almaya çalıştığımız gazi'nin, ilerleyen yıllarda "fenerbahçe cumhuriyeti" şeklindeki tehlikeli ve manasız bir söylemi üreten fenerbahçe'yi, veya menşei o yıllarda bir okul olan galatasaray spor kubünü destekleyeceğini, veya cumhuriyeti kurduktan sonra taşındığı yeni evi olan dolmabahçe'ye komşu olan serencebey mahallesinde başlayan beşiktaş jimnastik kulübünü gözleri kör olup taraftarlık şeklinde destekleyeceğini? elbet, cumhuriyetin ilkelerince gençliği yönlendirmeyi hedefleyen kulüpler başarılı işlerinden sonra ulu önderimizin taktirini veya ilgisini bulabilmiş olabilirler. ancak onun hakkında bir takımlı veya "şu renklerin sevdalısıydı" demek kadar yanlış ne olabilir?
bir diğer söylem olan "en büyük beşiktaşlı" lafına ise inancımız şuradan gelmektedir, söylem "en büyük beşiktaşlıydı" şeklinde değildir. fikirleri, açtığı yollar, gösterdiği hedefler ve sahip olduğu bilinçle gazinin ve bizim cumhuriyetimize sahip çıkmakla beraber, şanlı bayrağımızı göğsünde taşıyor olmanın gururunu yaşayan beşiktaş kulübü, sportif branş olarak veya kulüp yapısı olarak değil, fikri ve icraatsal yapı olarak, zihniyetin temelini teşkil etmesi bakımından; cumhuriyetin temel zihniyetlerinin mimarı ve önderi atatürk'ü kabullenip, benimseyebilmeye çalışmaktadır.
aksini inkar eden, "atatürk şu tarihte 'en büyük beşiktaş, başka büyük yok' demiştir" şeklindeki talihsiz ve atatürk'ün göstermeye çalıştığı zihniyetlerden uzak söylemler haricinde, beşiktaş kulübünün, camiasının ve biz taraftarlarının fikri yapısı ve atatürk'ü beşiktaşlı olarak görme gayreti bu biçimde şekillenmektedir, şekillenmelidir.
"en büyük beşiktaşlı" söyleminin çizdiği tasvirsel resim, elinde beşiktaş bayrağı, boynunda beşiktaş atkısı olan atatürk değil; arkasında beşiktaş bayrağı da dalgalanan, beşiktaşlının fikirlerini ve eserlerini takip ettiği atatürk'tür.
gazi'nin fikirlerini, eserlerini, cumhuriyetini, millet kavramını ve bayrağımızı sahiplenmek ve sınır bucak tanımadan kabullenmek onu değişik kalıplara değil, sizi "ne mutlu" olacak kalıplara sokar, yontar, adam eder. vatandaşlık tanımından daha az kapsamlı ve daha fuzuli olmak üzere, onu belli renklerle veya belli şekillerle boyamaya çalışmak, kendi safında dursun diye ortaya tezler sürmek ise gazi'yi belli kalıplara sokmaz, seni jöle kıvamının cıvıklığına ve gazi'nin söylemlerinde geçen "fikri hür vicdanı hür birey" tanımının tam tersine iter.
mesele gazi'ye birşey kabullendirmiş olmak değil, onun söylemlerini ve eserlerini kabullenebilmiş olmaktır.

Unutmadık! [Oktay Akdemir] Ruhu Şad Olsun!

Sokak itiraz ediyor!

3 Aralık 2009 Perşembe

SOKAK mı istedi tekrar yönetici olsun diye! Bolton'dan döndüler heralde kendileri! Hem taraftarı aşağıla, tüm stad bağırmışken "50-60 kişi sokak istedi diye istifa etmeyiz" de... Basın sözcülüğü gibi önemli bir görevde takımın basındaki esas kişisi ol.. Rahmetli Cenk Koray'ın görevinde ol... takımın maçlarını ezbere bilmesi gereken ilk kişi olduğun halde Bolton'da yeneriz de... ve büyük Beşiktaş taraftarına laf et...

işte geçmişten hatırladıklarımız ve şimdi M. Aksu'nun listesinde olduğu söyleniyor.

Murat Aksu ilk başta Yıldırım Demirören'e ilk ve tek alternatif gibi gözüküyorken şimdi hem başka adaylar da gündemde hem de kendi kalesine gol atıyor. Zamanında garip açıklamalar yapan, genel olarak sevilmeyen ve geçtiğimiz günlerde istifa eden yöneticininde onun listesinde olduğu yolunda haberler var. Ne diyelim ki...
deveye sormuslar : "boynun neden egri ?"
deve de "nerem dogru ki ?" demiş.

o misal olay iyice al birini vur ötekineye doğru gidiyor.

**hey gidi günler üzerinden 4 sene geçmiş bu pankartın.

gözardı engeli



soğuk aralık ayı, ısınma engeli; takvimin son ayı, yılın engeli; ıslak kaldırımlar, sert adımların engeli; yüksek rampalar, kuvvetsiz tekerleklerin engeli; mevsimin değil günün acı gerçekleri, bilinç engeli...
hepimiz engelliyiz!
kimliğinde veya gözle görülür halinde "engelli" yazan kişilerin günü değil sadece, hepimizin engellerimizi hatırlama günü. bizden daha fazla engelli olanlara anlayış göstermek ve onları hatırlamak bir sosyal sorumluluk veya sosyal anlayış değil bir görme engelidir, diğer zamanlarda gözardı ettiklerimize dair, kendimiz ve hepimiz hakkında...
mukadderata yükü atmak, kaderi çileli bulmak çıkış yolu değildir. anlayış yetersizdir, eylem gerekir, icraat gerekir, görebilmek gerekir.
günümüz koşullarında albenisi yüksek sosyal sorumluluk projeleri kadar can acıtan birşey yok. sportif faaliyet haklarını "sosyal sorumluluk projesi" olarak lanse etmek kadar tehlikeli bir görme engeli yok; onları desteklemeyi vicdan muhasebesi sanmak kadar narsist ve tehlikeli bir algılama engeli yok.
engelleri kaldırmak niyetiyle, bugün ve yarın, kendimize ve hepimize ait engelleri düşünmek; engelsiz ve hür bir yaşamı aklın ve vicdanın içeriğine dahil etmek lazım.
görememek engel değildir, engel olan gözardı etmektir.
Kalbini engelleme, engelleri kaldır!

kendimiz hakkında

2 Aralık 2009 Çarşamba

kendimize dair hikayeleri başkalarına anlatmaya gerek yok. bir pankarta ihtiyaç duyduk, ve evet ihtiyaçtı, kabuklardan etiketlerden sıyrılıp kanat takıp özgürce uçabilmek için.
herkesin bilmesi gereken tek cümle var aslında:
Sadece Beşiktaş, Her Yönüyle Beşiktaş
ihtiyaç duyduğumuz yeniliklerin açıklaması "sadece beşiktaş" lafıdır, pankart olarak arma aşkına seçiminin açıklaması da "her yönüyle beşiktaş" lafıdır.



üç koldan taaruz halindeyiz: pankart, blog, site.
fikirler blogda, niyetler sitede, icraatlar pankartlarda gizli...
ilk olarak tribünün günlüğünü tutmak maksadıyla başladığımız blog serüvenimiz, daha sonra özgürce fikirlerimizi ve düşüncelerimizi açıklama fırsatımıza dönüştü.
site, insanların amatöre olan ilgisini çekebilmek adına kuruldu, ayrıca beşiktaşın amatör şubeleriyle ilgili ilk internet sitesi olma amacındaydı.
pankart kovalamak bizim tribünde sevdiğimiz bir uğraş olduğu için pankart ve sonra pankartlar kattık haznemize.



yollar var, yollardayız, farkındayız... yollar uzun, aç susuz uykusuz da kalsak, görüyoruz... sonu hüzün, mevzu bahis beşiktaş olunca, az buçuk kestirebiliyoruz... ama diyoruz işte:
"ey beşiktaş; yürekte parmak izin var!"